Top Social

Image Slider

Andrew Mango'dan bambaşka bir Atatürk Portresi: "Atatürk Müslüman değildi." | Akademi Dergisi

akademi dergisi, andrew mango, atatürk, Cumhuriyet Tarihi, gizlenen gerçekler, kripto yahudiler, Kurtuluş Savaşı, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa kemal atatürk, sabetayistler, Yakın Tarih,


Gazeteye verilen ilanın yankısı devam ediyor. Times ilancısı yazarın büyük tartışmalara sebebiyet verecek Atatürk tespiti: Müslüman değildir! 

İngiliz The Times Gazetesi'nde Gezi Parkı destekçileri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı kınayan bir ilan vermiş ve dünyaca ünlü birçok tanınmış isim bu bildiriye imza atmıştı. Bildiride Atatürk vurgusu da dikkat çekmişti. Daha sonra ise ilanın İngiltere'deki Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından toplanan parayla finanse edildiği öğrenilmişti. 

İmza listesinde İstanbul doğumlu İngiliz yazar Andrew Mango da vardı. Yazarın Atatürk için tartışma yaratıcı ifadeleri olduğu ifade ediliyor. Akşam yazarı Fikri Akyüz bu durumu Twitter'dan gündeme taşıdı. Mango'nun söylemlerini paylaştı. "Atatürk Müslüman değildir. Vahdettin'e yalvarıyordu. Çanakkale'deki başarısı yalan." ve daha fazlası. 

➥ "Atatürk Müslüman değildi. Vahdettin'e yalvarıyordu. Çanakkale'deki başarısı yalan." 

➥ "Atatürk, Vahdettin'i kandırdı. Bakan olmak için yalvardı." 

➥ "Genel Kurmay Başkanı olamadığı için Osmanlı'ya küstü. Amazon'u 'Amma-Uzun'dan geldiğini iddia ederek, güneş dil teorisi üretti." 

➥ "Atatürk, Genel Kurmay Başkanı olsaydı, Kurtuluş savaşına girmezdi. Çanakkale'deki hatalarından dolayı binlerce asker öldü." 

(Atatürk Biyografisi yazarı, İstanbul doğumlu İngiliz yazar Andrew Mango) 


Fikri Akyüz - Andrew Mango - Atatürk Müslüman değildi!


Fikri Akyüz - Andrew Mango - Atatürk Müslüman değildi!

Atatürk; "Bu bizim peder değil" Atatürk'ün gerçek babası kim? | Akademi Dergisi

atatürk, atatürk'ün doğduğu ev, atatürk'ün doğum yılı, engin ardıç, falih rıfkı atay, mustafa kemal atatürk, üvey baba ragıp bey, zübeyde hanım, akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya,

Aha tarihçilere bıraktım

Atatürk'ün doğduğu ev olarak bilinen ev, Atatürk'ün doğduğu ev değildir. O ev, Zübeyde Hanım'ın ikinci kocası, yani Atatürk'ün üvey babası Ragıp Bey'in evidir (Fikriye Hanım'ın da amcası.) 

Atatürk o evde elbette oturmuş, Manastır Askeri İdadisi'nden izinli çıktığı zamanlar gelip orada kalmış, fakat orada doğmamıştır.

O evin arkasında bulunan, elli küsur yıl önce de Selanik Belediyesi tarafından yıktırılan, daha küçük bir evde doğmuştur! 

Fakat "resmi tarihçilerimiz", bu ikinci evi daha fiyakalı bulduklarından, doğduğu ev diye bunu tanıttılar! 

Bomba atanların ya da "tavaf turları" düzenleyenlerin kulakları çınlasın...
Atatürk'ün 1881'de doğduğu da kesin değildir, bu tarih 1880 de olabilir.
Çünkü Atatürk, 1296 tevellütlüdür! Rumi tarihle...
Rumi 1296 yılı, miladi 13 Mart 1880 günü başlar, 12 Mart 1881 günü biter. (İstanbul'daki darbe girişiminin tarihi olan rumi 31 Mart'ın miladi 13 Nisan'a denk geldiğini bilemeyip, gericilere karşı protesto gösterilerini iki hafta erken yapan "şaşkaloz solcuların" da kulakları çınlasın...)

Nitekim Atatürk'ün doğum yılı, 1934 Soyadı Kanunu'na, kendisine yeni bir nüfus kâğıdı verilene kadar hep 1880 kabul edilmiştir! Basında ve kitaplarda böyle yer almıştır.

Kafalar o kadar karışmıştır ki, Atatürk'ün ölümünden tam bir yıl sonra, 10 Kasım 1939'da çıkarılan bir hatıra pulunda bile doğum tarihi 1880 olarak gösterilmiştir...

Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin fotoğrafındaki kişi de, Ali Rıza Efendi değildir!

O kişi, 1876'da, anayasanın ilanı üzerine Selanik'te kurulan Asakir-i Milliye taburunda görev alan gönüllü subaylardan, bilinmeyen birisidir.

Elde hiçbir Ali Rıza Efendi resmi bulunmadığından, "resmi tarihçilerimiz" bu adamı gözlerine kestirmişler ve onu Atatürk'ün babası yapıvermişlerdir...

Nitekim bizzat Atatürk'ün kendisi, Falih Rıfkı'ya, "bu bizim peder değil" demiştir!

Falih Rıfkı, Atatürk'ün bunu "alaycı bir dille" söylediğini de anlatıyor. Atatürk, dalkavuklarını adam yerine koymazdı pek... Biz hepsini milli kahraman yaptık.

Hani herşeyi "tarihçilere bırakmaya" pek meraklıyız ya... Ben de Andrew Mango, Cemil Koçak ve Ahmet Kuyaş'a sordum, bu yanıtları aldım.

Kuyaş, konuyla ilgili makalesinin üst başlığında "Atatürk'ü bilmiyoruz, öğrenmiyoruz, ezberliyoruz" demiş...

Aman Ahmet Bey, ayağını denk al, sonra yemediğin küfür kalmaz...
Bana bakma, ben alıştım!


| Akademi Dergisi

Türkiye'nin gerçek yakın tarihinin önemli şifreleri: Türkiye'yi kim kurdu? | Akademi Dergisi

Adnan Menderes, akademi dergisi, gerçek tarih, Haim Naum, kripto Ermeniler, kripto yahudiler, Mehmet Fahri Sertkaya, mehmet şevket eygi, sabetayistler, şemsi efendi - şimon zwi, Yakın Tarih,

Yahudiler, 20. asırda içimizdeki hain Sabetayist Yahudilerle bir olup iki devlet kurdular; Biri Türkiye, diğeri İsrail...

➥ Sözde Cumhuriyetiz ama Anayasamızın gizli maddeleri var?

 Merkez bankamız çok ortaklı bir anonim şirket... Ne statüsü ne ortakları doğru düzgün belli değil... Paralarımızın üzerinde "Türkiye Cumhuriyeti" ifadesi bile yazmıyor...

 Genel Kurmay başkanlarımız Yahudilerin ibadethanesi Ağlama Duvarında ağlayıp duruyorlar...

 Türkiye’yi kurduğu iddia edilen Mustafa Kemal’den tutun da, günümüze gelene kadar, meşhur idarecilerimiz,askerlerimiz, bürokratlarımız hep Sabetaycı Yahudi kökenden çıkıyorlar...

 % 99’u Müslüman olan bir ülkede başörtüsünü bunlar mı yasaklıyorlar?

➥ PKK’yı bunlar mı bilerek bitirmiyorlar?

 Yeni Türkiye devletinin resmen tanındığı Lozan’da bizi neden Yahudi Hahamı Haim Nahum temsil etti?

 Ünlü Sabetaycı Yahudi Orhan Pamuk Amerika’da bir panelde neden “Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni biz kurduk” dedi...

 Türkiye Cumhuriyeti bir Yahudi cenneti olarak mı inşaa edildi?

 1924’te Yunanistan ile yaptığımız Mübadele ile neden Türk diye hep Selanik Yahudileri getirildi?

 Bir Yahudi hahamının oğlu olan Moiz Kohen, neden Tekinalp takma adı ile Türkçülük ve Kemalistlik sistemini kurdu?

 Mustafa Kemal'in eşi Latife, İzmir'in tanınmış Yahudi ailelerinden birine mi mensuptu?

 Celal Bayar, Siyonist okulunda okudu mu? Osmanlı'ya karşı dağa çıkıp Siyonizm namına çetecilik yaptı mı?

 Fevzi Çakmak'ın karısı, neden evini Yahudilere hibe etti ve havra yapıIdı?

 İngilizler, neden hiç savaşmadan İstanbul'dan çekildiler?

VE OSMANLI’YI KİM YIKTI, TÜRKİYE’Yİ KİM KURDU..?

Bütün bu soruların cevapları ve daha fazla sorunun cevapları ispatları ile www.akademidergisi.com 'da mevcuttur.

Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından kaçırması | Akademi Dergisi

atatürk sabetayist miydi?, atatürk yahudi miydi?, büyük israil projesi, içimizdeki israil, kripto yahudiler, masonluk, sabetayistler, uluğ iğdemir, akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya,


Yahudi Bir Yazar Açıklıyor "Atatürk'ün Gerçek Kimliği"

24 Temmuz 2007’de The New York Sun editörü Hillel Halkin, köşesine ilginç iddialar taşıdı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yüzde 47 ile kazandığı seçimlerden iki gün sonra yazdığı yazıda Halkin, bundan 13 yıl kadar önce yazdığı bir makaleyle ilgili olarak ortaya çıkan yeni kanıtları ileri sürdü. Ben-Avi adlı bir gazetecinin otobiyografisine dayandırdığı iddiasına göre Atatürk bir Yahudi Dönmesi’ydi.* “O zamanlar Türkiye’sinde ayaklanmalar başlatacağından ve laik devrimi devireceğinden endişe” ederek yayınladığı yazısına, 2007’de e-postayla gelen cevaptaki diğer kanıtları da bu yazısında paylaştı. Timeturk’ün ortaya çıkardığı bu yazının tercümesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.

Atatürk’ün Türkiye’si devrildi.

Bundan 12 ya da 13 yıl kadar önce haftalık New York gazetesi Forward için çalışırken modern laik Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk hakkında bir yazı yazdım ve biraz da endişeyle gazeteye yolladım. Yazıda, Atatürk’ün babasının Yahudi, daha da net bir ifadeyle, Dönme olma olasılığıyla ilgili kanıtlar sunmuştum. Dönmeler*, 17’nci yüzyıl Mesihlik iddiasındaki Türk-Yahudi’si Sabetay Sevi’nin İslam’a dönmesinin ardından ona inanmaya devam eden takipçilerinin oluşturduğu heretik (batıl) Yahudi tarikatıdır.

Sevi’ye öykünerek Yahudi gizli hayatlarına devam eden ve dışarı karşı Müslüman görünen ayrı ve gölgeler içindeki grup varlığını 20’nci yüzyıla başarıyla taşıdı.Birçok biyografide Atatürk’ün babasıyla ilgili 3 ya da 4 farklı geçmiş verilir. Her ne kadar kimse onu Yahudi olarak tanımlamadıysa da, bunların farklılığı onun aile orijinin sakladığını düşündürmektedir. Bu kanıt, her ne kadar sınırlı da olsa, oldukça şaşırtıcıydı.

Yahudi gazeteci Itamar Ben-Avi’nin Uzun zamandır unutulmuş otobiyografisinde 1911’in geç kışında yağmurlu bir Kudüs akşamında barda tanıştığı genç bir yüzbaşıyı anlattığı bölüm bu kanıtın en güçlü yanıydı. Çok fazla araktan (arak=alkollü bir içiki) çakırkeyif olan yüzbaşı sadece tüm Dönme ve Yahudilerin bileceği ancak hiçbir Müslüman Türk’ün bilemeyeceği Shema Yisra’el ya da “Duy ey İsrail” duasının İbranice açılış sözlerini ezberden okuyarak Ben-Avi’ye Yahudi olduğu sırrını verdi.

Yazdığına göre, 10 yıl sonra, Ben-Avi, bir gazeteyi açtığında manşette Türkiye’de bir darbe olduğunu ve fotoğraftaki liderin o gece tanıştığı genç subay olduğunu gördü.O sıralar, Atatürk tarzı laikliğe İslamcı siyasi muhalefet güç kazanıyordu. Merak ediyordum, New York’ta Yahudi bir gazete modern Türkiye’nin kurucusunun yarı Yahudi olduğunu ilan etse ne olurdu?

Ayaklanmalar, Atatürk’ün heykellerinin yıkılışı, onlarla yarattığı laik devletin sallandığı gözlerimin önüne geldi. Tasalarımı kendime saklayabilirdim. Makale Forward’da yayınlandı ve herhangi bir yerden doğru dürüst bir geri dönüş olmadı ve Türkiye’de hayat eskisi gibi devam etti. Bildiğim kadarıyla yazdığımı tek bir Türk bile okumadı.

Sonrasında, birkaç ay önce, okumuş olan birinden bir e-posta aldım. Adını vermeyeceğim. Bir Avrupa ülkesinde yaşayan, iyi eğitimli, finans sektöründe çalışan ve sadık laik bir Kemalist olan bu kişi bana Forward’da makaleme rastladığını ve onunla ilgili tarihi araştırma yapmaya karar verdiğini yazdı. Atatürk’ün gerçekten de, 1911’in geç kışında Libya’da İtalyanlarla savaşan Türk kuvvetlerine katılmak için Mısır’dan Şam’a gittiğini ve rotasının Ben-Avi’nin onunla tanıştığını iddia ettiği yerden yani Kudüs’ten geçmiş olabileceğini keşfettiğini aktardı. Daha da ötesi, 1911’de Atatürk’ün gerçekten yüzbaşı olduğunu ve Ben-Avi’nin otobiyografisini yazdığında bilemeyeceği alkol düşkünlüğünün de tutarlı olduğunu belirtti. E-postanın Türk sahibinin parçaları birleştirerek ulaştığı başka bir şey de şu: Atatürk’ün doğduğu ve büyüdüğü Selanik, onun zamanında yüksek Dönme nüfusu olan büyük bir Yahudi şehriydi. Atatürk’ün gittiği ve “Şemsi Efendi” okulu da, Dönme topluluğu lideri Simon Zvi tarafından yönetiliyordu. E-posta şu sözlerle noktalanıyordu: “Şimdi biliyorum, gerçekten biliyorum (ve bir parça bile şüphem yok), Atatürk’ün ailesi gerçekten Yahudi soyundan”.

Zaten benim de en ufak bir şüphem yoktu. Köşemin olası sonuçlarının azametiyle ilgili sanrılardan artık acı çekmediğimden değil, aynı zamanda Kemalist Türkiye’nin laik varlığının yıkılacağından korkmaya ihtiyaç olmadığından bu sefer daha az endişem vardı.Adalet ve Kalkınma Partisi’nin rakipleri karşısında laik Türkiye’nin, en azından Atatürk’ün öngördüğü şeklinin, tarihte kaldığını bile söylemenin mümkün olabileceği ezici bir zaferle tekrar iktidara döndüğü iki gün önceki Türk seçimlerinde resmen ve geri dönülmez şekilde yıkıldı.

Gerçekten sistematik olarak gizlemeye çalıştığı Atatürk’ün Yahudiliği, her şeyin üstünde, onun zamanında neredeyse her Türk’ün büyüdüğü din olan İslam’a karşı sert düşmanlığı ve İslamcı paydaşının sürüldüğü katı bir Türk milliyetçiliği yaratmadaki çelik iradesi gibi onun hakkında birçok şeyi açıklıyor. I. Dünya Savaşı’nda Hıristiyan Ermeni soykırımından ve 1920’lerde neredeyse tüm Hıristiyan Rumları sürmesinden sonra Türkiye’nin yüzde 99’unu oluşturan Müslüman çoğunluğunun dini kimliğini fena şekilde silmek isteyen bir dini azınlığın üyesinden başka kim olabilirdi? Atatürk asla Yahudi geçmişinden utanır gibi görünmedi. Sakladı çünkü saklamamak siyasi bir intihar olurdu. Onun mirası laik Türk devleti de bunu sakladı ve bununla beraber içinde niyetleri ve amaçlarının olduğu asla yayınlanmayan kişisel günlüğü de devlet sırrı olarak bunca yıl gizlendi. Artık saklamaya ihtiyaç yok. İslamcı karşıdevrim o ortaya çıkmadan bile Türkiye’de günü kazandı.

**********

Bir başka kaynak;

Mustafa Kemal’in 30 Eylül 1911'de Kudüs Kamenitz Oteli’nde yahudi Eliezer Ben Yehuda’nın oğlu Itamar Ben-Avi ile sohbeti:

Mustafa Kemal: “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün yahudiler onun mesihliği altında birleşse..” (yani hem burda bir yahudi olduğunu hemde yahudi inancına bağlı olduğunu söylüyor..)

Yahudi Mustafa Kemal: “Evimde Venedik’te basılmış eski bir TEVRAT var. Babam onu okumam için bana Karaim Yahudisi bir muallim tutmuştu. Öğrendiğim ayetlerden bazılarını hala hatırlayabiliyorum.” dedikten sonra biraz düşünüp..

“SHEMA YISRA’EL, ADONAI ELOHENU, ADONAI EHAD!” (yani “Dinle ey İsrail, Rabbin olan Tanrı tektir”) demiştir. Bu dua yahudilerin ünlü Shema duasıdır. Kâfir yahudi Mustafa Kemal demek ki, gizliden gizliye yahudi ibadetini ediyormuş, yani dinine bağlı bir yahudi hemde..

Daha sonra yahudi Itamar Ben Avi’nin “Efendim, bu Yahudilerin en mühim duasıdır!” demesi üzerine yahudi Mustafa Kemal: “Benim de gizli duamdır bayım, benim de..” diyerek etnik kökeninin ve dininin yahudi olduğunu beyan etmiştir..

(Kaynak: Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, T.T.K. yayınları, 1980)

*************




when kemal ataturk recited shema yisrael / Mustafa Kemal Atatürk'ün Shema Yisrael duasını okuduğu zaman. Mustafa Kemal'in gizli dua itirafı.

Hillel Halkin'in, Atatürk'ün Yahudi / sabetaycı oluşu ile ilgili 1994'te yazdığı makalesinin İngilizce aslı aşağıdadır;

Mustafa Kemal Atatürk'ün Gizli Duası
WHEN KEMAL ATATURK RECITED SHEMA YISRAEL
FORWARD, A Jewish Newspaper published in New York.
January 28, 1994 ( www.forward.com )

"It's My Secret Prayer, Too," He Confessed
By Hillel Halkin

ZICHRON YAAKOV - There were two questions I wanted to ask, I said over the phone to Batya Keinan, spokeswoman for Israeli president Ezer Weizman, who was about to leave the next day, Monday, Jan. 24, on the first visit ever made to Turkey by a Jewish chief of state. One was whether Mr. Weizman would be taking part in an official ceremony commemorating Kemal Ataturk.
Ms. Kenan checked the president's itinerary, according to which he and his wife would lay a wreath on Ataturk's grave the morning of their arrival, and asked what my second question was.

"Does President Weizman know that Ataturk had Jewish ancestors and was taught Hebrew prayers as a boy?"

"Of course, of course," she answered as unsurprisedly as if I had inquired whether the president was aware that Ataturk was Turkey's national hero.

Excited and Distressed

I thanked her and hung up. A few minutes later it occurred to me to call back and ask whether President Weizman intended to make any reference while in Turkey to Ataturk's Jewish antecedents. "I'm so glad you called again," said Ms. Kenan, who now sounded excited and a bit distressed. "Exactly where did you get your information from?"
Why was she asking, I countered, if the president's office had it too?
Because it did not, she confessed. She had only assumed that it must because I had sounded so matter-of-fact myself. "After you hung up," she said, "I mentioned what you told me and nobody here knows anything about it. Could you please fax us what you know?"
I faxed her a short version of it. Here is a longer one.
Stories about the Jewishness of Ataturk, whose statue stands in the main square of every town and city in Turkey, already circulated in his lifetime but were denied by him and his family and never taken seriously by biographers. Of six biographies of him that I consulted this week, none even mentions such a speculation. The only scholarly reference to it in print that I could find was in the entry on Ataturk in the Israeli Entsiklopedya ha-Ivrit, which begins:

"Mustafa Kemal Ataturk - (1881-1938), Turkish general and statesman and founder of the modern Turkish state.

"Mustafa Kemal was born to the family of a minor customs clerk in Salonika and lost his father when he was young. There is no proof of the belief, widespread among both Jews and Muslims in Turkey, that his family came from the Doenme. As a boy he rebelled against his mother's desire to give him a traditional religious education, and at the age of 12 he was sent at his demand to study in a military academy."

Secular Father

The Doenme were an underground sect of Sabbetaians, Turkish Jews who took Muslim names and outwardly behaved like Muslims but secretly believed in Sabbetai Zevi, the 17th-century false messiah, and conducted carefully guarded prayers and rituals in his name. The encyclopedia's version of Ataturk's education, however, is somewhat at variance with his own. Here is his account of it as quoted by his biographers:
"My father was a man of liberal views, rather hostile to religion, and a partisan of Western ideas. He would have preferred to see me go to a * lay school, which did not found its teaching on the Koran but on modern science.
"In this battle of consciences, my father managed to gain the victory after a small maneuver; he pretended to give in to my mother's wishes, and arranged that I should enter the [Islamic] school of Fatma Molla Kadin with the traditional ceremony. ...
"Six months later, more or less, my father quietly withdrew me from the school and took me to that of old Shemsi Effendi who directed a free preparatory school according to European methods. My mother made no objection, since her desires had been complied with and her conventions respected. It was the ceremony above all which had satisfied her."
Who was Mustafa Kemal's father, who behaved here in typical Doenme fashion, outwardly observing Muslim ceremonies while inwardly scoffing at them? Ataturk's mother Zubeyde came from the mountains west of Salonika, close to the current Albanian frontier; of the origins of his father, Ali Riza, little is known. Different writers have given them as Albanian, Anatolian and Salonikan, and Lord Kinross' compendious 1964 "Ataturk" calls Ali Riza a "shadowy personality" and adds cryptically regarding Ataturk's reluctance to disclose more about his family background: "To the child of so mixed an environment it would seldom occur, wherever his racial loyalties lay, to inquire too exactly into his personal origins beyond that of his parentage."

Learning Hebrew
Did Kinross suspect more than he was admitting? I would never have asked had I not recently come across a remarkable chapter while browsing in the out-of-print Hebrew autobiography of Itamar Ben-Avi, son of Eliezer Ben-Yehuda, the leading promoter of the revival of spoken Hebrew in late 19th-century Palestine. Ben-Avi, the first child to be raised in Hebrew since ancient times and later a Hebrew journalist and newspaper publisher, writes in this book of walking into the Kamenitz Hotel in Jerusalem one autumn night in 1911 and being asked by its proprietor:

"Do you see that Turkish officer sitting there in the corner, the one* with the bottle of arrack?"
" 'Yes.' "
" 'He's one of the most important officers in the Turkish army.' "
" 'What's his name?' "
" 'Mustafa Kemal.' "
" 'I'd like to meet him,' I said, because the minute I looked at him I was startled by his piercing green eyes."

Ben-Avi describes two meetings with Mustafa Kemal, who had not yet taken the name of Ataturk, 'Father of the Turks.' Both were conducted in French, were largely devoted to Ottoman politics, and were doused with large amounts of arrack. In the first of these, Kemal confided:

"I'm a descendant of Sabbetai Zevi - not indeed a Jew any more, but an ardent admirer of this prophet of yours. My opinion is that every Jew in this country would do well to join his camp."
During their second meeting, held 10 days later in the same hotel, Mustafa Kemal said at one point:"

'I have at home a Hebrew Bible printed in Venice. It's rather old, and I remember my father bringing me to a Karaite teacher who taught me to read it. I can still remember a few words of it, such as --' "

And Ben-Avi continues:

"He paused for a moment, his eyes searching for something in space. Then he recalled:
" 'Shema Yisra'el, Adonai Elohenu, Adonai Ehad!'
" 'That's our most important prayer, Captain.'
" 'And my secret prayer too, cher monsieur,' he replied, refilling our glasses."

Although Itamar Ben-Avi could not have known it, Ataturk no doubt meant "secret prayer" quite literally. Among the esoteric prayers of the Doenme, first made known to the scholarly world when a book of them reached the National Library in Jerusalem in 1935, is one containing the confession of faith:
"Sabbetai Zevi and none other is the true Messiah. Hear O Israel, the Lord our God, the Lord is one."

It was undoubtedly from this credo, rather than from the Bible, that Ataturk remembered the words of the Shema, which to the best of my knowledge he confessed knowing but once in his adult life: to a young Hebrew journalist whom he engaged in two tipsily animated conversations in Jerusalem nearly a decade before he took control of the Turkish army after its disastrous defeat in World War I, beat back the invading Greeks and founded a secular Turkish republic in which Islam was banished - once and for all, so he thought - to the mosques.

Ataturk would have had good reasons for concealing his Doenme origins. Not only were the Doenmes (who married only among themselves and numbered close to 15,000, largely concentrated in Salonika, on the eve of World War I) looked down on as heretics by both Muslims and Jews, they had a reputation for sexual profligacy that could hardly have been flattering to their offspring. This license, which was theologically justified by the claim that it reflected the faithful's freedom from the biblical commandments under the new dispensation of Sabbetai Zevi, is described by Ezer Weizman's predecessor, Israel's second president, Yitzchak Ben-Zvi, in his book on lost Jewish communities, "The Exiled and the Redeemed":

'Saintly Offspring'

"Once a year [during the Doenmes' annual 'Sheep holiday'] the candles are put out in the course of a dinner which is attended by orgies and the ceremony of the exchange of wives. ... The rite is practiced on the night of Sabbetai Zevi's traditional bithday. ... It is believed that children born of such unions are regarded as saintly."

Although Ben-Zvi, writing in the 1950s, thought that "There is reason to believe that this ceremony has not been entirely abandoned and continues to this day," little is known about whether any of the Doenmes' traditional practices or social structures still survive in modern Turkey. The community abandoned Salonika along with the city's other Turkish residents during the Greco-Turkish war of 1920-21, and its descendants, many of whom are said to be wealthy businessmen and merchants in Istanbul, are generally thought to have assimilated totally into Turkish life.

After sending my fax to Batya Keinan, I phoned to check that she had received it. She had indeed, she said, and would see to it that the president was given it to read on his flight to Ankara. It is doubtful, however, whether Mr. Weizman will allude to it during his visit: The Turkish government, which for years has been fending off Muslim fundamentalist assaults on its legitimacy and on the secular reforms of Ataturk, has little reason to welcome the news that the father of the 'Father of the Turks' was a crypto-Jew who passed on his anti-Muslim sentiments to his son. Mustafa Kemal's secret is no doubt one that it would prefer to continue to be kept.

Bir Sabetayist için yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR | Mehmet Fahri Sertkaya


anıtkabir, büyük israil projesi, halkbank, hanuka, israil'in kurulması süreci, kripto yahudiler, masonluk, MEB, menora, mustafa kemal atatürk, sabetayistler, selpak, siyonizm,

Sabetayist Kamal Adıtürk için yapılan Anıtkabir'de, her şey öylesine derin derin hesap edilmiş ki, sütunların arasında kalan boşluklar bile ince ince planlanmış...

Bakın Anıtkabir'de, sütunların arasında dokuz boşluk var. Bunlardan biri merkezde ve diğerlerinden genişçe... Hemen fark ediliyor. Diğer sekizi de her zaman olduğu gibi dördü sağda, dördü de solda..




Pekiyi de neden böyle? Neden olacak her tarafa yedi kollu şamdan (menora) ve dokuz kollu şamdan (hanuka) koymayı zaferinin bir işareti sayan Yahudiler, buraya da imzalarını atmışlar...


LOGOLARINDA GİZLİCE HANUKA VE YA MENORA KULLANMIŞ KRİPTO YAHUDİ KURUM VE KURULUŞLARINDAN BAZILARI





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menora) ve Bahçeşehir Üniversitesi logosundaki yedi kollu şamdan...






Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Açık Öğretim Lisesi logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Anadolu Hayat Sigorta logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Eğitim Yöneticileri Sendikası (EYSEN) logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Fatih Koleji logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Halk Bankası logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve INDEPENTDENT TOBACCO logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve NBC logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Selpak logosundaki yedi kollu şamdan... 





Yahudilerin bir yere hakim olduklarını sembolize eden dini sembolleri Yedi Kollu Şamdan (Menorah) ve Uğur Dershaneleri logosundaki yedi kollu şamdan...

Atatürk, ilke ve inkılaplarını yerleştirmek için, suçlu suçsuz demeden binlerce insanı astırdı | Akademi Dergisi

CHP Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet Tarihi, İnkılap Tarihi, İstiklal Mahkemeleri, kılık-kıyafet inkılabı, mustafa kemal atatürk, sabetaycılar, şemsi efendi - şimon zwi, irfan orga


İrfan Orga, 'Atatürk' isimli kitabının 265'inci sahifesinde şöyle diyor:


"Bu vesileyle ülkenin huzurunu tehdit eden büyük isyanlar ve karışıklıklar meydana geldi. Nihayet hükûmet sıkıyönetim ilan etti. Ülkenin her yanında fevkalade yetkili mahkemeler (İstiklal Mahkemeleri) kurdu. Bu mahkemeler, isyancıları öncekinden daha çok harekete sevketti. Halkın içinde mukavemet ruhunu körükleyen ve din duygularını ayakta tutan din adamlarından pek çok kimse idam edildi. Kurulan askeri mahkemeler, hiçbir sekilde müsamaha göstermiyor, acıma ve yumuşama nedir bilmiyordu. Mustafa Kemal böylelikle bütün planlarını uyguladı. Bu hususta hiç bir vasıtayı elden bırakmadı. İnkilaplarla alay edenleri bile idam ettirmekten çekinmedi. Böylece bir çok suçlu ve suçsuz kimse cezalandırılmış oldu. Halkın iradesini hiçe sayarak inkilapların yerleşmesi için ağır metodları uygulamaktan geri kalmadı."

| İrfan Orga, Atatürk, 265


İstiklal Mahkemeleri çok zaman, önce astı, sonra yargıladı.

Zaten mahkeme reislerinin arasında çok sayıda sabetaycı gizli Yahudi vardı. Mustafa Kamal Adıtürk de zaten gerçek kimliğini gizleyen Sabetaycı bir Haindi....

Ona bu iki kimlikli yaşama ve aslıyyeti olan Yahudiliğini gizleme yöntemlerini hem ailesi hem de ilk mektep hocası Şemsi Efendi öğretmişti. Şemsi Efendi‛nin gerçek adı ise Şimon Zvi idi ve gizli bir hahamdı...

Yakın tarihimizin en kazık sorusuna cevap bulundu | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, sabetayist mustafa kemal atatürk, yakın tarih, gizlenen gerçekler, çanakkale savaşı, ingiliz işgali, refet bele, sabetaycılar, istanbul


(Not: başka yerde yok.. Dikkatle okuyunuz.)

"İngilizler Çanakkale savaşında mağlup olup gittiler. Üç sene sonra gelip hiç savaş olmadan boğazı geçtiler. İstanbul'u beş sene fiilen işgal altında tuttular. Bazen bir ay aralıksız bombardıman yaptılar. İnsanımız sokaklarda ölüp kalan anasının, evladının cesetlerini almaya imkan bulamadı. Evlerinden çıkamadı. General Refet Bele bir kolordu ile İstanbul'u kurtarmak istedi. Varlık bile gösteremedi. İyi de birader o zaman bu Gâvur neden İstanbul'u bize bırakıp gitti?" sorusunun en akademik, en ilmi, en bilimsel cevabı...

CEVAP: 

➥ Teknolojik üstünlüğe sahip denizaltılarını İstanbul'un usta balıkçılarının avlamasından korktular... O zamanın balıkçıları şimdikiler gibi değildi. Bazı balıkçılar kol kadar kalın misinalar ile avlanırlardı. Hiç bir deniz kuvvetimiz kalmamış olsa da, bu, İngilizler için çok ciddi bir sorun teşkil ediyordu...

➥ İstanbul'u bazen aralıksız bir ay boyunca bombalayan hava kuvvetlerini ise elinde sapan ile mahalle kavgası yapan çocuklarımızın vurup düşürmesinden korktular... Evet, evet.. Şaka değil.. Öyle çocuklardı ki bunlar uçan pilotu gözünden vurup ıskalamayabilirlerdi... İngiliz Kraliyet ailesine sunulan bir istihbarat raporu bunu teyit etmektedir. Bu durum da İngilizlerin savaşmadan çekip gitmesi için önemli bir sebeptir.

➥ Savaşacak gencimiz, askerimiz kalmamış olsa da, mitralyözlere karşı gelebilen, kurşun işlemeyen, elinde satırla, kazma ve kürek ile el bombalarını, makinelileri es geçebilip seri olarak İngiliz askeri öldürebilen Ayşe Nene ve Mehmet dedelerin çıkabilme ihtimali de yine İngilizleri buna zorlamıştır.

Bu nedenlerden dolayı, kendi talepleri ile Mudanya da bir barış antlaşması yapıp çekip gittiler.. Halbuki bu vakitlerde General Refet Bele komutasındaki bir kolordumuz (buna ordu, mensuplarına asker denilir mi bilinmez) İstanbul'u kurtarmak istemişti de varlık bile gösterememişti...

Tuhaf insanlar bu İngilizler... Memleketlerine döndüklerinde bile korkudan kalp atışları hala normal değildi ve bu kalplerin çıkarttığı gürültü çevre kirliğine bile sebep olmuştu. İngiliz halkı askerlerinin halini görünce ne denli büyük bir beladan kurtulduklarının farkına varmışlardı. Felaket adeta İngilizleri teğet geçmişti. O sıralar herkes İngiliz halkını yönetenlerin ne kadar liyakatli insanlar olduklarını bir kez daha anlamıştı.

Bu inanılmaz(!) sonuca götüren çok önemli bir nokta daha var... Hatta bu en önemlisi... İngilizler İstanbul'u yeni işgal ettiklerinde bir paşa (Mıstıfa Kamal Adıtürk) "Geldikleri gibi giderler" demişti de İngilizler bunu duymamışlardı. Bu apar topar kaçışları, bu paşanın bu sözünü tam beş sene sonra duymalarından kaynaklandı... Tarihçiler de bu hususta hem fikirdirler...

İşte "O olmasaydı halimiz ne olurdu?" sorusunun cevabı da bu...

Vatan sana minnettardır Adıtürk!

Bu arada İngilizler, Fransız, İtalyan ve Yunan'a, "Siz de çekilseniz iyi edersiniz. Usulünce savaşarak çekilin. Bu paşa başka paşa... Biz çok korktuk. Adam 1.60 boyuna, şaşı/kör gözüne, gündüzleri bile çakırkeyf gezmesine rağmen dikkate şayan birisi... İngiliz Kraliyet Ordusu, müttefiki Yunanistan'ı, İtalya'yı ve Fransa'yı ikaz eder." dediler...

Bundan sonrasını zaten biliyorsunuz.

Devrimler, idamlar, İstiklal Mahkemeleri, Allah demenin yasak olması... Camilerde bile "Tanrı uludur" diye bağırılması... Camilerin satılması, ahır, depo, CHP parti binası yapılması... Sabetayistlerin devleti ve özel sektörü ele geçirmesi... Selanik'ten Türk diye Sabetaycıların getirilmesi... 6 Ekim İstanbul'un kurtuluşu törenlerinin her sene yapılması ama kimin kurtardığının bilinmemesi ve daha nice uydurma iddialar tamamen insanımızın aklını karıştırmaya yönelik iddialardır ve asılsızdırlar...

Bunların hiç biri asla yaşanmamıştır ve İngilizlerin çekilip gitmesi sadece yukarıda anlattığımız sebeplerdendir. Bu iddialarla alakası yoktur.

Daha önce de tekrar tekrar söylediğimiz gibi, Atatürk yarı ilah biriydi ve bütün bunlar Atatürk'ün tasarrufuydu.


(Hiç bir şey anlamadıysan sakın bir daha okuma... Bir daha okusan da anlamazsın..)

Mustafa Kemal Atatürk ile Vedat'ın eşcinsel ilişkisi | Akademi Dergisi

akademi dergisi, atatürk eşcinsel mi, atatürk sabetayist miydi?, gizlenen gerçekler, Latife hanım, livata - eşcinsel ilişki, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa kemal atatürk, rıza nur,


Gerçek Behlül Sırlarıyla Öldü. Gerçek Behlül'ün hikayesi Atatürk'ün aile hayatı ile ilgili

Adı Vedat...

Soyadı Uşaklıgil...

Meşhur Sabetayist aile Uşakizadelerden...

1934'te soyadı kanunu çıkınca, Sabetayist Uşakizade ailesi kendisine Uşaklıgil soyadını alıyor...

Vedat, Halid Ziya Uşaklıgil'in oğlu... Sabetayist Atatürk'ün eşi Latife Hanımın da amca oğlu... Her zaman söylediğimiz gibi Atatürk'ün etrafı hep Sabetayist dolu. Ta ki, Çankaya köşkünün aşçılarına, hizmetkarlarına kadar...

Atatürk'ün sevgilisi Fikriye hanım intihar(!) etti malumunuz...

Atatürk'ün bir üvey evladı (ki metreslerine üvey evlat derdi) Zehra Aylin'de Avrupa'dan Türkiye'ye dönerken trenden kendini atarak intihar(!) etmişti...

Ya bu Vedat? Bu niye intihar etti gençliğinin baharında? Daha kaç kişi var Sabetayist Atatürk'ün etrafından olup intihar(!) eden ve intihar sebebi bilinemeyen? Vedat'ı Rıza Nur'un hatıralarından da tanıyoruz. Bakın ne diyor Rıza Nur;

➥ "…Anlaşıldığına göre boşanma vak’asından iki-üç gün evvel, (M. Kemal'in karısı) Latife,(Latife'nin) kardeşi İsmail ile haremi Süreyya Paşa’nın kızı Melahat Ankara’ya gitmişlerdi. Çankaya’da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal’in yanında kâtip sıfatıyla Halit Ziya’nın oğlu Vedad vardı. Güzel tüysüz bir çocuk. Bir akşam üzeri karanlık çökerken İsmail, Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad, Mustafa Kemal’i ağacın dibinde yapıyor.

Latife’yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife, Mustafa Kemal’e;

“Herşeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem.” demiş. Gazi(!) susmuş, İsmet’in evine gitmiş. “Bu karıyı şimdi boşayacağım” demiş. İsmet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile’yi (Bakanlar Kurulunu) toplamış. Talaka (boşanmaya) karar vermişler(!) Latife’yi İsmet alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş. Latife ona “Sus, sus! İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Her pisliğine aleti sensin” demiş."

Doktor Rıza Nur

“Hayat ve Hatıralarım”

4. cild, 1357. sahife

Şimdi de aktifhaber.com sitesinden alıntılıyoruz;

Halid Ziya Uşaklıgil’in oğlu Vedad, genç Türkiye’nin en başarılı diplomatlarındandı. Birçok dil biliyordu. Gittiği her ülkede kısa sürede tanındı ve sevildi. Peki niye 33 yaşında intiharı seçmek zorunda kaldı?

Halid Ziya Uşaklıgil’in oğlu Vedad, genç Türkiye’nin en başarılı diplomatlarındandı. Birçok dil biliyordu, çok iyi bir müzisyendi. Gittiği her ülkede kısa sürede tanındı ve sevildi. Ancak Atatürk’ün bu genç diplomata sahip çıkması, Ankara’daki kimi isimleri rahatsız etmişti. Bunlar arasında en başta Latife Hanım ile dönemin dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras vardı.

Birkaç ay öncesine kadar tüm Türkiye, Aşk-ı Memnu’yla yatıp – kalkıyordu. Behlül ile Bihter arasındaki yasak aşk, bu aşkın nasıl sonuçlanacağı, dizinin final sahnesi hemen herkesin merak ettiği yegane konuydu. Aşk-ı Memnu edebiyatçı Halid Ziya Uşaklıgil’in kaleme aldığı bir romandı. Geçen yıl Uşaklıgil ve eseri yazıldığı dönemden çok daha fazla popüler oldu. Ancak Halid Ziya Uşaklıgil’in her eseri Aşk-ı Memnu kadar şanslı değil; İlk yayınlandığı tarihten sonra bir daha günyüzü görmeyen bir kitabı da var; Bir Acı Hikaye.

Uşaklıgil bu eserinde genç yaşta hayata veda eden oğlu Vedad Uşaklıgil’i anlatmış. Şimdilerde artık sahaflarda bile bulunamayan bu kitapta yazılanlardan yola çıkarak Selim İleri, “Kırık Deniz Kabukları” kitabını kaleme almış. Her iki kitaptan da, Vedad Uşaklıgil’in hikayesinden de Yıldıray Oğur’un, Taraf’ta ve Chronicle’da kaleme aldığı bir yazı sayesinde haberdar olduk.

Vedad Uşaklıgil, genç cumhuriyetin genç Hariciyecisi’ydi. Atatürk’ün emriyle çalıştığı Osmanlı Bankası’ndan Dışişleri Bakanlığı’na geçti. Rumca, İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı su gibi konuşuyordu. Piyanoda virtüözdü ve müthiş bir müzik yeteneği vardı. Bu sayede Atatürk’le tanıştı. Ancak bu tanışıklık O’na hem şans, hem de şanssızlık getirmişti. Bu parlak diplomatla, Ankara’da birileri kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor, hayatını zindan ediyordu. 33 yaşında daha fazla dayanamayarak ölümü seçti. Bu sıradışı diplomatın hayatını babası anı-roman şeklinde kaleme aldı. Ancak bazı konuların kapağını hiç açmadı. Çünkü Vedad Uşaklıgil eşcinseldi…

Savaş Yıllarında Avrupa’da

Vedad Uşaklıgil, Halid Ziya - Memnune Uşaklıgil çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Vedad doğduğunda takvim yaprakları 1904 yılını gösteriyordu. Uşaklıgil çifti Vedad’tan önce doğan üç çocuklarını kaybetmişlerdi. Bu yüzden Vedad’ın üstüne titriyorlardı. O kadar ki sırf havası daha güzel, daha az nemli diye aile İstanbul’u terk edip Büyükada’ya taşındı.

Vedad o günün şartları içinde en iyi doktorlar tarafından muayene ediliyor, en iyi dadıların elinde büyütülüyordu. Küçük Uşaklıgil için hayat toz pembeydi. Baba Halid Ziya önce Reji idaresinde, daha sonra da Sultan Reşad’a başkatiplik yapmıştı. Vedad Türkçe’den önce Rumca’yı öğrendi. Ailenin Vedad’a bakması için tuttuğu dadı bir Rumdu ve Vedad daha ilk kelimelerini telaffuz etmeye başladığı andan itibaren Rumca ile tanıştı. Ardından Türkçe’yi öğrendi. Babası Vedad’ın üzerine titriyor, onu en iyi şekilde yetiştirmek için büyük çaba sarfediyordu.

Vedad sırasıyla Almanca, Fransızca ve İngilizce öğrenmişti. Müziğe büyük yeteneği vardı. Piyano dersleri almış, padişahın huzurunda piyano çalacak kadar iyi seviyeye ulaşmıştı. Sultan Reşad bu genç yeteneği teşvik etmek için Vedad’a bir piyano hediye etmişti. İmparatorluğun yıkılış devri olsa bile Uşaklıgiller bu dönemi en az sarsıntı ile atlaşmıştı.

İzmirli olan aile oldukça zengindi. Hatta ailenin bir bölümünün New York borsasında hisseleri vardı. Halid Ziya Uşaklıgil de hiçbir zaman maddi sıkıntı çekmemişti. Savaştan bunalan Uşaklıgil ailesi, soluğu Avrupa’da almıştı. Baba - oğul Uşaklıgiller Avrupa’nın dört bir yanını dolaştıktan sonra İsviçre’nin Bern şehrinde karar kılmışlardı.

Vedad lise öğrenimine burada başladı. Ancak bir süre sonra Vedad’da bunalım belirtileri baş gösterdi. 17 - 18 yaşlarındaki genç Vedad’ın durumun öğrenen aile oğullarını Paris’e gönderdi. Daha sonra da Paris’teki tanıdıklarının teşvikiyle Vedad’ı İstanbul’a çağırdılar.

LATİFE HANIM ENGELLEMEK İSTEDİ

Bu dönüş Vedad’ın iş hayatına atılması için bir sebep oldu. Genç Uşaklıgil çalışmak istiyordu. Osmanlı Bankası’nda babasının yardımıyla iş buldu. Ancak müzikle uğraşmayı kafasına koymuştu ve iki arkadaşıyla birlikte bir müzik grubu kurmuşlardı. Bu üçlünün ünü o sırada başkent olan Ankara’da bile duyulmuştu.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver üçlüyü bir konser için Ankara’ya davet etmişti. Vedad için bu davet hayatının dönüm noktasıydı. Çünkü bu sayede Atatürk’le tanıştı.

Vedad Uşaklıgil’in babası Halid Ziya Uşaklıgil, Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın babası Muammer Uşaklıgil ile kardeş çocuklarıydı. Hem Muammer Uşaklıgil, hem de Latife Hanım Halid Ziya’ya “amca” diyordu. Latife Hanım’ın yetişmesinde Halid Ziya’nın büyük payı olmuştu. Halid Ziya Yeşilköy’deki köşkünde Latife Hanım’ı misafir etmiş, Avrupa seyahatinin bir bölümünü birlikte geçirmişlerdi. En önemlisi Latife Hanım, Vedad’ı kardeşi gibi seviyordu. Vedad da zaten bu durumdan dolayı Latife Hanım’a “abla” diyordu.

Vedad konser için Ankara’ya gidince Latife Hanım’ın konuğu olarak Çankaya Köşkü’nde kaldı. Halkevindeki konserin devamı ise Çankaya Köşkü’nde yapıldı. Atatürk bu genç yeteneği çok beğenmişti. Küçük bir dil sınavından sonra Vedad’ın Hariciye’ye alınmasını istedi. Atatürk’ün bu isteği kısa sürede gerçekleştirildi.

Ancak Vedad’ın hayatını alt - üst eden ve intiharıyla sonuçlanan süreç de tam bu noktada başladı. Vedad’ın Hariciye’ye alınmasını bilinmeyen bir sebeple Latife Hanım engellemeye çalıştı. Vedad ancak Atatürk’ün zorlamasıyla Hariciye’ye girebildi. Bu dönemde sürekli Çankaya Köşkü’nün bir müştemilatında kalıyor, akşamları Köşk’te müzik ziyafetleri veriyordu.(!)

Her şey görünüşte yolunda giderken Atatürk, Latife Hanım ile ayrılmaya karar verdi. İkili 20 Temmuz’u 21 Temmuz 1925’e bağlayan gece şiddetli bir tartışma yaşamışlardı. Ertesi gün Atatürk Latife Hanım’ı İzmir’e, ailesinin yanına gönderdi. Latife Hanım, Köşk’ten ayrılırken Vedad’ın da Köşk’ü terk etmesini istemişti. Ancak Vedad bunu kabul etmedi. Hem Vedad, hem de babası Halid Ziya bu ayrılıkta Atatürk’ten yana tavır koymuştu. İkilinin bu tavrı daha sonra birçok dedikoduya neden olmuştu. Hatta dönemin Avusturya konsolosluğunda görevli bir diplomat, Latife Hanım ile Atatürk arasındaki tartışmanın “bir piyano virtüözü” yüzünden çıktığını Viyana’ya rapor etmişti.

GİZLİ EL İŞ BAŞINDA

Bu ayrılığın üzerinden çok geçmeden Vedad’ın tayini de Londra’ya çıktı. Aile bu tayine seviniyordu. Çünkü çocukları mesleğinde yükselmeye başlamıştı. Ancak dedikodulara göre tayin Vedad’ı Ankara’dan uzaklaştırmak için bir oyundu. Vedad, kendisi gibi Hariciyeci olan kardeşi Bülend’le birlikte Londra’da lüks bir hayat yaşamaktaydı. Bir süre sonra iki kardeş askerliklerini yapmak için Türkiye’ye döndü.

Askerliklerinin ardından Bülend’in tayini hızla yapılmıştı. Ancak Vedad için sıkıntılı günler kapıdaydı. Önce Berlin’e gönderileceği söylenmişti. Ama bu tayin bir türlü gerçekleşmedi. Sonra tayinin olamayacağı Vedad’a bildirildi. Ankara’da gizli bir el Vedad’la uğraşmaktaydı. Baba – oğul bu konuda devrin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı suçluyordu. Aras tabir yerindeyse Vedad’a “takmış”tı. Uşaklıgillere göre Aras’ın arkasındaki asıl isim Latife Hanım’dı. Çünkü Aras İzmir’li Evliyazadeler ailesi üzerinden Latife Hanım ile akrabaydı. [Evliyazade ailesi de Tevfik Rüştü Aras da, Latife Hanım da, Atatürk gibi Sabetayisttir.] O yüzden Vedad’la uğraşıyordu. Zaten Latife Hanım Atatürk’ten ayrıldıktan sonra hayatı boyunca bir daha Vedad ile görüşmemişti. Abla ile kardeşin arasına kara kedi girmişti.

Uzun uğraşlardan sonra Vedad’ın tayin sorunu aşıldı. Vedad için yeni yer Prag’dı. Fakat gittiği her yerde kısa sürede çok popüler olan, etrafında dost halkası oluşturan Vedad buradan da Ankara’ya geri çağırıldı. Vedad Uşaklıgil’in artık dayanacak hali kalmamıştı. Ankara yerine İstanbul’a döndü ve Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Üç yıl boyunca Hariciye’nin kapısından içeriye adımını bile atmadı.

Ancak diplomatlığı çok sevmekteydi ve bu yüzden mesleğine geri dönmek istedi. Hariciye’nin kapanan kapıları açılmak bilmeyince tekrar devreye Atatürk girmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın direktifi ile Vedad tekrar Hariciye’ye kabul edildi. Yeni görev yeri Brüksel’di. Bir müddet sonra buradaki görev yükünden sıkılan Vedad tayinini Arnavutluk’a Tiran’a yaptırdı. Arkadaşı Ali Türkgeldi Tiran’da büyükelçiydi.

Vedad Arnavutluk’ta kısa sürede çok sevildi. Başta Arnavutluk kralı Zogo olmak üzere üst düzey görevlilerin gözdesiydi. Elçiliklerde verilen davetlerin aranan konuğu olan Vedad hayatında hiç olmadığı kadar mutludur. Ama bu mutluluğu uzun sürmedi, Tiran’a gidişinin beşinci ayında buradaki görevinden alınarak Ankara’ya geri çağrıldı. Vedad için bu olay bardağı taşıran son nokta olmuştu. Beş kişiyi öldürecek kadar uyku ilacı içerek intihar etti. Cenazesi Arnavutluk’tan devlet töreni ile Türkiye’ye gönderilmişti.

İstanbul’da yapılan törenin ardından Bakırköy – Kartaltepe’ye defnedildi. Ancak törende devleti temsil eden hiç kimse yoktu. Vedad’a düşmanlık eden meçhul isim burada da iş başındaydı. Uşaklıgil’in son maaşına, cenazenin Türkiye’ye getirilmesi için yapılan masraflara karşılık olarak el konuldu. Durumu öğrenen Mustafa Kemal’in çok şiddetli tepkisi üzerine Dışişleri geri adım attı ve maaşı aileye ödedi.

Batılıların “Ağzında gümüş kaşıkla dünyaya gelmiş” dediği tipte bir aileye mensup Vedad Uşaklıgil, sırlarını da kendisi ile beraber götürdü…

Kaynak: aktifhaber.com

Vedat'ın en birinci sırrı Sabetayist gizli bir Yahudi olmasıydı.

İkinci sırrı ise Eşcinsel (GAY) ve Sabetayist Mustafa Kemal Atatürk'ün ona takmış olmasıydı.

Üçüncüsü o dönemde çok yüksek seviyede olan Karakaş kolu sabetaycılarıyla, Kapani kolu sabetaycılarının iç çekişmlerine de malzeme olmasıydı...

Sabetayistler hakkına ayrıntılı bilgi için tıklayınız: http://www.sabetayistmustafakemalataturk.blogspot.com