Top Social

Image Slider

Sinan Meydan bir tarihçi değil, kasten okuyucuyu aldatan müfterinin tekidir. | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, fethi tevetoğlu, sinan meydan, tarkan, yusuf hikmet bayur, tarih, sabetaycılar, tanzimat fermanı, gizli yahudiler, siyonizm,

Fethi Tevetoğlu, kripto Yahudi Tarkan'ın büyük amcasıdır.

Sinan Meydan bir tarihçi değil, kasten okuyucuyu aldatan müfterinin tekidir.

On yıla yaklaşıyor, neler paylaştık, duyurduk, ispat ettik de bir tanesine karşılık veremedi, ilim adamlığının gereğini yaparak bu gerçekleri kabullenmeliydi ama inkar etti, bu kadar süredir bunca tarihi gerçeği, ispatı, kaynağı görmezden geldi, geliyor ama hala her fırsatta, herkesten daha fazla Türk ve vatansever görünerek tarihimize, değerlerimize, inançlarımıza saldırıyor.

Manevi evlat, gerçek bir evlat gibi midir? Dul bir adam, manevi kızları ile, bir evde yaşayabilir mi? | Akademi Dergisi

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk, atatürk'ün manevi kızları, zsa zsa gabor, gizli yahudiler, sabetayistler, kemalizm,


İslam hukukuna göre kalamaz...



İslam hukukuna göre manevi evlat, gerçek bir evlat değildir ve manevi kız büyüdüğünde eş olmayı kabul etse, nikah kıyılabilir. Bu, dine aykırı değildir, ahlaksızlık olarak da değerlendirilmez. Töremize de ters değildir. Eşler arasında 20-30 yaş ya da daha fazla yaş farkı olması da nikaha mani değildir.



Manevi oğul da büyüdüğünde, kendisi isterse, manevi annesi olan kişi ile evlenebilir. Ya da bazı manevi evlat ilan edilenler zaten çocuk değildir ve manevi anne ve babaları ile ciddi bir yaş farkı da yoktur. Sonradan karar değiştirip evlenmek isterlerse;


➥ "Durun bakalım, siz birbirinizi manevi evlat ve manevi anne ilan etmiştiniz. Bundan asla dönemezsiniz ve evlenemezsiniz" denilmez.

Dolayısı ile "manevi evlat" bağı, gerçek bir kan/aile bağı değildir. Evlatlık çocuk edinmek de böyledir. Akil ve baliğ olduğunda, gerçek evlat gibi bir hukuka sahip değildir. Bir baba, öz kızını başı açık görebilir, kollarını görebilir ama evlatlık kızını tesettürsüz göremez. Bir anne, evlatlık bir erkek ile öz oğlu kadar rahat yaşayamaz. Onun yanında hep tesettürlü olmalıdır.

İslam hukuku, sadece sözden ibaret olup kan bağı olmayan bir manevi evladı ya da evlatlık alınmayı, gerçek evlatlık saymaz, hukukunu kesin olarak çizer. Böyle olmasa, niyetini bozan herkes gayr-i meşru ilişki içinde olduğu kişiyi manevi evlat ilan eder ve yoluna bakar.

Bir kişi bir kızı manevi evlat edinse onun eline, saçına bile temas edemez. Hatta tesettürsüz haline, saçına bile bakamaz. Haram olur. Nerede kaldı ki manevi evlat ile dul bir manevi baba ya da dul bir anne aynı evi, rahat rahat paylaşsınlar.

Şimdi Kamalistlerin ya da kendilerini Kamalizmin ardına gizleyen Sabetayistlerin hukuku nasılsa, böyle bizim gibi açıkça yazıp anlatsınlar, şu mesele de açıklığa kavuşsun.

Bir de bu milletin şu hususu tartışmaya hakkı var, kimse buna mani olamaz. Bir kız var, çoktan genç kız olmuş. Kendi başına bile hayatına devam edebilecek yaşa gelmiş. Buna rağmen annesi ve babası var. Anne ve babasının geçimi de rahat. Bu durumda kim kızını manevi evlat olarak verir, kim bu kızı manevi evlat olarak alır. Üstelik çok sayıda "kız" manevi evladı varken?

Bunun ardına, 15 yaşında bekaretini Sabetayist gizli Yahudi Kamal Adıtürk'e, mesai saati içinde, devletin yönetildiği Çankaya köşkünde veren Zsa Zsa Gabor'u da tartışmak yerinde olur.

Sonra da yine 15-16 yaşlarında kızlara, İran şahının karşılandğı resmi toplantıda çırılçıplak şovlar yaptırıldığını marifetmiş gibi övüne övüne anlatan ve olayın şahidi bir kaç Kamalistin hatıratları tartışılabilir.

Süleyman Yeşilyurt: Yalancı müptezel dediler. Kaçtı dediler. Ben kaçmadım. Ben bunları 16 sene önce yazdım ve beraat ettim. | Akademi Dergisi

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, süleyman yeşilyurt, mustafa kemal atatürk, fethullah gülen, atatürk'ün gönül galerisi, pensilvanya cambazı, gerçek yüzü,


YAZIKLAR OLSUN



➥ "Kaçmadım. Bir meczupla beni karıştırdılar. 7 ay önce videosu çekilmiş. Onun fotoğrafıyla beni yan yana koydular. O kaçıyor, ben kaçmıyorum. Benim onunla ne alakam var? Yalnız burada çifte standart var. Ben o programa konuk olarak gittim. Moderatörler yok. Hakkaniyet olması lazım. Şimdi o insanlar meydanda yok. 4 gündür evde polis bekliyorum. Çocuklarıma dedim ki 'Ben gidiyorum artık. Dayanamayacağım.' Kaçmadım, buradayım. Bu bilinsin."

➥ "Günlerce benim psikolojimi bozdular. 'Yalancı müptezel.' dediler. 'Kaçtı.' dediler. O günkü program... 16 sene evvel 'Atatürk'ün Gönül Galerisi' kitabını yazdım. Aktüel dergisine kapak oldu. Posta gazetesi, 'Ata ne kadınlar sevdi' diye haber yaptı. Milliyet gazetesi de kitabın haberini yaptı. O gün beni övüyorlardı. Bugün ne oldu da bana sövüyorlar? 'Ata'ya sövdü, FETÖ’yü övdü' diyorlar. Fetullah Gülen’in en kuvvetli zamanlarında ben 'Pensilvanya Canbazı' kitabını yazdım. Hastayım, tutuklandığım taktirde can güvenliğimin sağlanmasını talep ediyorum."

Süleyman Yeşilyurt'un tutuklanması hukuk/adalet değildir, medya lincidir. | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, süleyman yeşilyurt, medya, zsa zsa gabor, sabetayistler, gizli yahudiler, mustafa kemal atatürk, Adnan Menderes, celal bayar, gizlenen gerçekler,

HUKUK DEĞİL BU, MEDYA LİNCİ...

Süleyman Yeşilyurt'un tutuklanması hukuk/adalet değildir, medya lincidir. 

Adam zaten daha önce tekrar tekrar yargılanıp da beraat ettiği hususları anlattı. Hala onun hakaret suçu işlediğini iddia edenler, konuyu şöyle bir açıp da neyin, neden, neye göre suç olduğunu ve onun dayandığı delillerin neden dikkate alınamayacağını izah etmeye teşebbüs bile edemediler. Attılar başlıkları, attılar başlıkları, neticesi bu...

O halde yıkılsın Guguk sistemi ve kapatılsın Guguk fakülteleri. Yazık bu milletin vergilerine. Gerçek hukukçular yerine, doğru düzgün meramını anlatmak vasfına bile sahip olmayıp ulusalcı derin devletin ve Alevi mezhepçilerinin ve Sabetayist paralel devletin meşhur edip sözde saygın ettiği kalemşörlerin gazına bile gelebilen gugukçuları yetiştiren bir Guguk fakültesinin açık kalması, bu memleketin ve milletin zararınadır. İhtiyar heyeti bile bunlardan daha iyi adalet dağıtır ve daha dik durabilir. 

İşte sayfamızın duvarında duruyor Adıtürk'ün devletin saraylarında küçük kızları çırılçıplak dans ettirmesi, Çankaya köşkünde 15 yaşına yeni girmiş Zsa Zsa Gabor ile cinsi münasebet kurmasını, en sağlam Atatürkçü kaynaklardan aktardığımız delilleri...

Ve ispat ettik bin kere, 5816'yı da bu sözde habercilerin, gazetecilerin dedelerinin bir ihanet faaliyeti ile çıkarttıklarını. O yasayı çıkartanlar Türk ve Müslüman görünerek Türk'e ve Müslümana ihanet edenlerdi. 

Fotoğraf: 
➥ 5816 sayılı Sabetayist gizli Yahudi Atatürk'ü koruma kanununu, Anayasa'nın eşitlik ilkesini ve evrensel hukukun en temel normlarını bile hiçe sayarak, sırf kendi rejimleri yıkılmasın diye çıkartan gizli Yahudi Menderes ve gizli Yahudi Celal Bayar... Yasayı yazan da bir Yahudi hukukçuydu. Onaylayan kabine ve meclis de tıka basa gizli Yahudi, gizli Ermeni ve Mason doluydu.

Süleyman Yeşilyurt: Burada bir çifte standart var. Ben kaçmadım. 16 senelik konu bunlar. Dün övüyorlardı, bu gün neden sövüyorlar? | Akademi Dergisi

akademi dergisi, ata'ya hakaret, fethullah gülen, gizlenen gerçekler, hasan akar, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa kemal atatürk, süleyman yeşilyurt, fetö,



Süleyman Yeşilyurt , "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret" ve "Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" gerekçeleriyle tutuklandı.

Avukat kızı Berin Yeşilyurt ile Bakırköy Adalet Sarayına gelen Süleyman Yeşilyurt, adliyeye giriş yapmadan önce basın mensuplarına açıklama yaptı. Günlerdir medyada, kaçtığının yazıldığını aktaran Yeşilyurt, pazartesiden bugüne evinde bulunduğunu söyledi.


Yeşilyurt, kaçmadığını savunarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

➥ "Güvenlik şubeyi arıyorum; 'Gelin alın.' diye. 'Gelmezseniz gidip ifademi vereceğim.' dedim. Kaçmadım. Bir meczupla beni karıştırdılar. 7 ay önce videosu çekilmiş. Onun fotoğrafıyla beni yan yana koydular. O kaçıyor, ben kaçmıyorum. Benim onunla ne alakam var? Yalnız burada çifte standart var. Ben o programa konuk olarak gittim. Moderatörler yok. Hakkaniyet olması lazım. Şimdi o insanlar meydanda yok. 4 gündür evde polis bekliyorum. Çocuklarıma dedim ki 'Ben gidiyorum artık. Dayanamayacağım.' Kaçmadım, buradayım. Bu bilinsin.''

Kendisine "sahte tarihçi" dediklerini aktaran Yeşilyurt, 23 kitap yazdığını, tarihçi olmadığını, yayıncı olduğunu dile getirerek;

➥  ''Günlerce benim psikolojimi bozdular. 'Yalancı müptezel.' dediler. 'Kaçtı.' dediler. O günkü program... 16 sene evvel 'Atatürk'ün Gönül Galerisi' kitabını yazdım. Aktüel dergisine kapak oldu. Posta gazetesi, 'Ata ne kadınlar sevdi' diye haber yaptı. Gazetelerde kitabın haberini yaptı. O gün beni övüyorlardı. Bugün ne oldu da bana sövüyorlar? 'Ata'ya sövdü, FETÖ’yü övdü' diyorlar. Fetullah Gülen’in en kuvvetli zamanlarında ben 'Pensilvanya Canbazı' kitabını yazdım.'' diye konuştu.

Açıklamanın ardından emniyet güçleri Yeşilyurt'a eşlik ederek, mahkemeye götürdü. Yeşilyurt'un, yanında bazı kişisel eşyalarını getirdiği görüldü.

Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Ertuğrul Sarıyar'ın, Süleyman Yeşilyurt hakkında bir televizyon programında Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili kullandığı ifadeler nedeniyle, Hasan Akar hakkında ise Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'la ilgili sosyal medyada paylaşılan bir videoda yer alan sözleri sebebiyle başlattığı soruşturmada, Yeşilyurt ve Akar hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararını nöbetçi hakimlik değerlendirmişti. Nöbetçi Bakırköy 1. Sulh Ceza Hakimliği, Yeşilyurt ve Akar hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarmıştı. 

| Milliyet




"HASTAYIM, CAN GÜVENLİĞİM SAĞLANSIN"

"Kaçmadım. Bir meczupla beni karıştırdılar. 7 ay önce videosu çekilmiş. Onun fotoğrafıyla beni yan yana koydular. O kaçıyor, ben kaçmıyorum. Benim onunla ne alakam var? Yalnız burada çifte standart var. Ben o programa konuk olarak gittim. Moderatörler yok. Hakkaniyet olması lazım. Şimdi o insanlar meydanda yok. 4 gündür evde polis bekliyorum. Çocuklarıma dedim ki 'Ben gidiyorum artık. Dayanamayacağım.' Kaçmadım, buradayım. Bu bilinsin.

Günlerce benim psikolojimi bozdular. 'Yalancı müptezel.' dediler. 'Kaçtı.' dediler. O günkü program... 16 sene evvel 'Atatürk'ün Gönül Galerisi' kitabını yazdım. Aktüel dergisine kapak oldu. 'Ata ne kadınlar sevdi' diye haberler yaptılar. Milliyet gazetesi de kitabın haberini yaptı. O gün beni övüyorlardı. Bugün ne oldu da bana sövüyorlar? Fetullah Gülen’in en kuvvetli zamanlarında ben 'Pensilvanya Canbazı' kitabını yazdım. Hastayım, tutuklandığım taktirde can güvenliğimin sağlanmasını talep ediyorum."



Manevi evlat ile evlenmek mi suçtur, nikahsız sevgili hayatı yaşamak mı? Neyin hakaret olduğu iddia ediliyor? | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, sabetayist mustafa kemal atatürk, mustafa armağan, yavuz bahadıroğlu, manevi evlat, hakaret mi, ata'nın hayatındaki 19 kadın,

Manevi evlat nedir?

Kamalistlerin pek bir sevdiği Reşat Nuri Güntekin bile, Çalıkuşu isimli eserinde, hikayeyi öyle ilerletir ki Gülbeşeker'i manevi evlat edinen subay, daha sonra, aynı evde yaşadıkları için halk arasında yayılan dedikodulardan rahatsız olur ve halkın tepkisinden kurtulmak için manevi evlat edindiği Gülbeşeker'i nikahına alır... Sorun da kalmaz. Kamalist zihniyetli Reşat Nuri'ye göre bile sorun, nikahına almasında değildir, nikahına almamasındadır. 

Bu davranış tarzı, bu anlayış/kabulleniş, onlarca senedir kitaptan okuyanlarda ya da dizilerini izleyenlerde, hiç kimsede bir rahatsızlığa sebep olmaz. Neden?

Çünkü bizim kültürümüzde, dinimizde, manevi evlat, gerçek bir evlat değildir. Bir kimse bir kızı manevi evlat edinse, o kız akil ve baliğ olduktan sonra kendisine namahrem olur. Onun saçına, kollarına bile bakamaz, haram olur. Elini bile öptüremez, fiziki temas kuramaz. İslam hukukuna göre, bu böyledir. "Manevi evladım" demesi bu haramlığı kaldırmaz ve manevi evlat sayması nikah kıymasına da mani olmaz. 

Pekiyi, bir insan, zaten nikah dışı birlikte yaşamayı son derece normal gören, nikahla birlikte yaşarmış gibi normal gören bir insan, manevi evladım dediği kişiyi, daha sonra nikahına almak yerine yatağına alırsa, burada nasıl bir değerlendirme yapmak gerekir? 

Bu yaptığında yanlış olan nedir? 

a- Manevi evladı öz evlat gibi saymaması çok yanlıştır. Nasıl olur da onu kendine eş yapar?

b- Manevi evlat ile zaten kan, akrabalık bağı yoktur, karşılıklı rıza olursa nikah hukuka uygundur ama nikahsız alması çok yanlıştır.

c- Yahu amma uzattın, biz de biliyoruz neyin ne olduğunu ama Adıtürkçülük yıkılırsa bizim halimiz ne olur? İki saatlik programda başka suç unsuru olduğunu iddia edebildiğimiz bir şey de yok, uzatma işte!

Kamalistler "Hakarettir'' diyorlar ama neyin, neden hakaret olduğunu izahta çaresiz kalıyorlar. Afet İnan ile Atatürk ilişkisine dair | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa armağan, mustafa kemal atatürk, sabetayistler, yavuz bahadıroğlu, süleyman yeşilyurt, rıza nur, manevi evlat, afet inan, eş cinsel mi, gay mı, gizli yahudiler

"Manevi evlat" ile evlenilebilir, hukuka uygundur.

**
'Atatürk eşcinsel (gay) miydi?' diye sorulmuşsa, savcı ne yapacak? ''Ne var bunda? Bu suç değil?'' dedi ve baskılara, medya lincine boyun eğmeyip hukuka uydu. Sonra hakim de "EVET, BU, SUÇ DEĞİL" dedi, savcıyı tasdik etti ve beraat verdi. Asıl önemli olanı, bu aşamadan sonra bile, bu çağdışı, gerici ve yüzlerce delili bile görmezden gelebilen yobaz Kamalistler neyi kabullenebildiler?

***
NASIL İŞLERİNE GELİRSE...

Afet İnan ile Adıtürk'ün arasında bir cinsi birliktelik, bir dost hayatı iddiası hakaret ve suç ise, bu suç kime karşı işlenmiş bir suçtur? Adıtürk'e karşı işlenmiş bir suç mudur, Afet İnan'a karşı işlenmiş bir suç mudur? Her ikisine karşı işlenmiş bir suç mudur ve bu, hukuk sistemimize göre de bir suç kabul edilmekte midir yoksa delil tanımaz yobaz Adıtürkçülerin keyfine uyulup da bu, suç mu kabul edilmelidir?

Adıtürk denilen Sabetayist gizli Yahudi şahsın, hayatı boyunca evlilik dışı, nikah dışı dost hayatı yaşadığı çok sayıda kadının var olduğu, inkarı mümkün olmayan somut deliller ile meydandadır. Bunlardan birkaçını, Adıtürkçüler de inkar etmemektedirler ve hatta bunlarla övünmektedirler. 

O halde samimiyetle konuyu biraz inceleyelim...

Başta 'manevi kızım' dese de, akil ve baliğ olmuş ya da günümüz kriteri ile 18 yaşından gün almış biri ile sonradan evlenmeyi tercih etmesi suç mu olurdu, ahlaksızlık mı? Manevi kız, öz kız mıdır, kan/akrabalık bağı var mıdır, nikah haram mıdır? Ve bu, kime, neye göre suç ya da ahlaksızlık olurdu? Bu gibi bir hadise yaşanıp, manevi evlat olarak alıp, sonra nikah kıymak istendiğinde, hukuk sistemimiz buna mani mi olurdu? Şu anda benzeri hadiseler oluyorsa, mani oluyor mu? Bu hukuk sistemi, gelin ile kayınpederinin evlenmesine bile izin verdi. Gelin-kayınpeder evliliğine, yapılan itirazı değerlendiren yargıtay da, itirazın üzerine geçen 13 sene sonra, Eylül 2014'te "olur" verdi, nikahı onadı, hukuka uygun buldu. Ne olacak şimdi? Manevi evlat falan değil, öz evladının hanımı ile ve evladı da sağ iken bir kimsenin nikah kıymasına izin verdi. 

Konuyu Kamalistlerin büyük çoğunluğu gibi şahıslara, vak'alara ve işimize gelip gelmediğine göre değil, dürüst, medeni insanlar gibi biraz daha inceleyelim...

Evlilik/nikah dışı birlikte yaşamayı, evlilik kadar normal görenler, sabah akşam milletin kafasını "Cinsel tercihlerimde, yaşam tercihlerimde özgürüm", "Benim bedenim, benim kararım", "Çocuk yaparım, evlenmem, sana ne!" diye diye şişirenler, şimdi neyin mücadelesini veriyorlar? Bu nasıl bir iki yüzlülük? Bu nasıl bir samimiyetsizlik?

Bir kimsenin, hukuken evlenmesine, nikah kıymasına mani bulunmayan 18 yaşından büyük birine önce "manevi evladım" deyip sonra nikahsız birliktelik yaşadığı iddiasını, bu zihniyetteki insanların bile hakaret kabul etmesi iki yüzlülüktür... Herkes bu iddiayı hakaret kabul etse bile bunların karşı çıkıp hakaret kabul etmemesi gerekir. Üstelik an itibari ile bu ülkenin hukuk sisteminde, evlilik/nikah dışı sevgili hayatı suç da, yüz kızartıcı eylem de değildir.

Düşünün ki bu ülkede eşcinsellik de serbest ve yüz kızartıcı bir eylem değil ama eşcinselliğini bir vakitten sonra hiç kimseden saklamamış ve cihana duyurmuş olan, eşcinselliğini sık sık latife mevzusu bile yapmış olan ve eşcinsel olduğuna dair de somut çok sayıda tarihi ispat bulunan Adıtürk'e "Eşcinseldi" demek değil, "Eşcinsel miydi?" diye sormanın bile suç olduğunu iddia edebiliyorlardı. Ne yazık ki, çoğunluğu "Ne var bunda, bu suç değil" deseler de, bazı ibneler de bunun suç olduğunu iddia edebildiler. Sanki herkesin yasalar önünde eşit olduğunu söyleyen Anasaya'mız değilmiş gibi "Söz konusu olan Atatürk'tür. Bu suçtur.' diyorlardı. Netice ne oldu? Hukuk/adalet galip geldi ve beraat ettik.

Bütün bunlar, çok çirkin, çok samimiyetsizce, çifte standartlı davranışlar. Dahası da var ki, 5816 sayılı olup Sabetayist Adnan Menderes ve gizli ihanet çetesinin ürünü olan, dünyaca meşhur bir Yahudi hukukçuya, hem de adam "Böyle bir yasa olmaz. Bu hukukun en temel normlarına bile aykırı. Şahsa özel kanun yazılamaz. Kanun ölülerin hakkını korumaya alamaz. Kaos çıkar" deyip durduğu halde, siyasi baskılar ile zorla hazırlatılan ceza maddesi, yani bilinen adı ile Adıtürk'ü koruma kanunu, ispat edilmiş tarihi gerçeklerin somut delilleri ile birlikte dillendirilmesini, anlatılmasını değil, ispat edilememiş iftiraları ya da hakareti suç sayıyor. 

Bazı çevreler tarafından, tamamen siyasi çıkarlar gereği, öyle bir hava oluşturuluyor ki "Söz konusu Adıtürk'tür. Senin ispatın, şahidin, yerli yabancı kaynaklardan onlarca hatta yüzlerce delilin umurumda değil. Benim tapındığım adamın eksiklerini, hatalarını, suçlarını anlatamazsın. Anlatmayacaksın. Bana çok faydalı olan bu adamı ve rejimi yıkamazsın. Ben de biliyorum neyin ne olduğunu ama benim elimde başka malzeme kalmaz." havasına giriliyor. Üstelik bunların ağzından çağdaşlık, ilericilik, hukukun üstünlüğü gibi tabirler de hiç düşmüyor. 

Bunlar gayr-i medeni tavırlar. Bunlar samimiyetsizlik. Bunlar, Türk ve İslam düşmanı çevrelerin, kendilerini Türk ve Müslüman göstere göstere sergiledikleri, çıkara dayalı tavırlar. Ve bu tavır, bu zihniyet iyice sıktı bu milleti... 

Şu kadar basın ve medya kuruluşunda "Hakaret" diye diye bu mevzuda haber yapan ama neyin hakaret olduğuna dair doğru düzgün yorum bile yapamayan, köşe yazısı bile yazamayan, malum programda delil olarak sunulanların bir tekini bile çürütemeyen, en küçük bir tarihçilik tavrı, çabası bile sergileyemeyen herkes bir araya gelsin, bizden bir kişiyi karşılarına çıkartalım, bir canlı yayın yapılsın, alem izlesin. Hakaret mi, ispatlı hakikat mi, suç mu, bilim mi, herkes öğrensin... 

Hala dillerinde "Rıza Nur'un iftiraları bunlar" cümlesi... Ne Rıza Nur'u? Yerli yabancı yüzlerce ciddi kaynak var ve "Büyük hakaret" diye diye haber yapanlar, ne acıdır ki, bu kaynakları bunca senedir gördüler, bildiler, haberdarlar ama bu adice tavrı sergiliyorlar. Üstelik biz dahil çok sayıda kişinin, uzun yıllardır yargılanıp beraat ettiğini, programda kaynak gösterilen eserlerin de daha önce yargılamalar ile yasaklanmak istenip beraat ile neticelendiğini de biliyorlar. Bir de küstahça üste çıkıp herkese küfür edebilecek kadar düşüyorlar. Derhal bu medeniyetsiz, samimiyetsiz, yobaz ve küfürbaz şahısların yargılanması ve toplumun huzuru için toplum içinden çıkartılması, hapsedilmesi gerekiyor. 

Masonların, Sabetaycıların ve gizli Yahudilerin büyük dostu ve onlar tarafından çokça pohpohlanan İlber Ortaylı, yine saçmaladı! | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa armağan, yavuz bahadıroğlu, yeşilyurt, tv net, ilber ortaylı, sabetaycılar, adnan oktar, mustafa kemal atatürk,



HAYDİ ORADAN!

Tarihçilik yapsana be adam! Sen tarihçi bir bilim adamı mısın, Mason, Yahudi ve Siyonist dostu musun? Bu mu tarihçilik? Bu mu bilim, bu mu bilim adamlığı? Bu mu aydın insan duruşu? Bu mu topluma örnek duruş? Bu mu adalet? Tarihçi geçinerek bin tane delili nasıl hiçe sayabilirsin de, yetmeyip, yanlış yapan, çirkin davranış sergileyen sen olduğun halde bir de üste çıkabilirsin?

***
Uzun yıllar önce Adıtürk'ün Sabetayist bir gizli Yahudi olduğunu gür sesle bütün Türkiye'ye duyurduğumuzda, kısa bir süre sonra bu husus İlber Ortaylı'ya da sorulmuştu ve Ortaylı "Atatürk köylü. Köylüden Yahudi çıkmaz. Yahudiler hep şehirli olur" mealinde gülünç ötesi bir cevap verebilmişti. (1)

İslamcı bir tarihçi, böylesine ciddi bir konuda ve böylesine ciddi bir soru karşısında ve alemin ve tarihin önünde, benzeri bir açıklamayı yapsaydı, ömrü boyunca unutturulmaz, o adamın üzerindeki büyük bir leke olarak anılırdı. Oysa İlber'in bu tuhaf cevabına ve doğruları kasten gizleyen tavrına, basın ve medyadan hiç tepki olmamıştı. Akademi çevresinden de hiç tepki gelmedi. Profesörlerden, öğretim üyelerinden hiç ses çıkmadı. 

Oysa biz Adıtürk'ün Sabetaycı gizli Yahudi olduğuna ve İngiliz derin devletindeki Siyonistlerle ittifak halinde hareket ettiğine dair yorumlarımızı/yayınlarımızı, son derece bilimsel somut delillere dayandırmıştık ve sonraki süreçte bunlardan yargılandık ve beraat de ettik. 

Savcı ve sonra hakim, dayandığımız kaynakların son derece itibarlı kaynaklar olduğunu, hatta Atatürkçü kaynaklar olduğunu, hatta iddialarımızdan bazılarının Adıtürk'ün kendi itirafları olduğunu, hatta bazı kaynaklarımızın Türk Tarih Kurumu'nun da başvurduğu kaynaklar olduğunu kabul etmişti. Bizim bu kaynaklara sadık kaldığımızı da... Kısa bir süre sonra, önce Sabetaycı gizli bir Yahudi olduğunu inkar edip duran, sonra kendi kanalında itiraf etmeye mecbur bıraktığımız Adnan Oktar'ın adamlarının yeni bir şikayeti ile, aynı sitelerimizden, aynı sosyal ağ sayfalarımızdan, aynı yayınlarımızdan ve iddialarımızdan dolayı, hukukun en temel normları bile çiğnenerek aynı eylemlerimizden dolayı yeniden yargılandık ve damarlarındaki kana kadar Kamalist bir taraflı hakimeden ceza aldık. 

İlk davadaki savcı ve hakimin aksine, ne konuları biliyordu, ne kaynakları, ne olayları, ne şahısları, ne yayınlarımızı biliyordu. Ne de şikayet dilekçesini doğru düzgün incelemişti ve ne de bilirkişiye danıştı. O Kamalistti, söz konusu olan onun Adıtürk'üydü ve bilim milim, hak, hukuk, hürriyet, insan hakları falan hepsi boştu... Kafasına koymuştu, 2,5 sene cezayı verdi geçti. 

Üstelik sadece 20 gün sonra, yine aynı hakimede, yine Sabetayist Adnan Oktar'ın adamlarının şikayeti ile, yine Adıtürk gerçeklerini anlattığımız aynı bloglar, yayınlar ve iddialara dair başka bir dava vardı, bir öncekinde 2,5 sene veren hakime, bu defa kendisi ile gurur duyarak 3 yıl 9 ay verdi... 

Şu anda İçimizdeki İsrail'in ve İçimizdeki Ermenistan'ın basın ve medyasının yapmakta olduğu şey, o zaman bu karar duyulunca da yapılmak istenmişti ve bir medya linci denenmişti. 'Yaptığımız yayınların sonuna arkasındayız. Haydi oradan, bir tarihçinizi, bir sözcünüzü karşımıza çıkartın, size bu yayınların ve iddiaların ne kadar gerçek ve bilimsel olduğunu, ne kadar haklı olduğumuzu, bu millete ne pusular kurulduğunu, tek tek ispat edelim' deyince derin de bir sessizliğe bürünmüşlerdi. 

Oysa aynı Kamalist hakime, sadece 20 gün sonra aynı yayınları, aynı kaynakları ve aynı şahsı yani beni, yeniden yargılarken, yine dinlemedi. Yine savunma almadı. Hala konuları bilmiyordu. Sitelerimizi bile hala incelememişti. Neyin ispat edildiği umurunda da değildi. İspatlarımızın bilimsel seviyede oluşu da umurunda değildi. Şikayet dilekçesini bile incelememişti. Yayınları önüne açıp "Şurada şunu nasıl iddia edebildiniz?" şeklinde sorular bile soramamıştı. Üç cümle konuşmasına izin verdiği sanığın/benim;

➥ "Ben bunlardan dolayı birkaç ay önce, Bakırköy 20. Asliye ceza mahkemesindeki yargılamada beraat ettim. Aynı bloglar, aynı sosyal ağ sayfaları, aynı yayınlar, aynı tarihi konular, aynı iddialar, aynı eserler. Bu mükerrer bir yargılama ve bu yaptığınız hukuka uygun değil. Hiç kimse bir eyleminden dolayı birden fazla kere yargılanamaz." 

şeklindeki son derece medenice bir tavırla kurduğu ilk cümlelerine de, son derece gayri medeni bir beden dili ve ses tonu ile "Boş konuşuyorsun" şeklinde cevap verebilmişti. Manzara meydandaydı, başka bir şey söyleyemezdi ve böyle bir tavır sergilemese bu sözde yargılamanın sonunda ceza falan da veremezdi. Böyle davrandı, çünkü söz konusu olan Adıtürk'üydü. Bu kadar haksız, hatalı, hatta suçlu olan taraf kendisi de olsa, o küfür bile edebilirdi, dövebilirdi, sövebilirdi, neyin kaynak gösterildiği, adalet, hukuk, tarihi bilimi, umurunda bile değildi. 

Üstelik bir de temyize gönderdiğimiz bu kararlarını, yaşanan bu hukuk skandalını, bu kadar çirkinleşmesini, acayip bakış açısını eleştirdik diye kendisine hakaret ettiğimiz iddiası ile bir de bizden kendisi ayrıca davacı oldu. "Görev başındaki devlet memuruna görevinden dolayı hakaret" gerekçesi ile... Hakaret cümlemiz olarak da, kendisini tenkit ettiğimiz yazımızda geçen "Bomboştu, konulardan hiç haberi yoktu" ve "Kamalistti. Yargısız infaz yaptı" tabirlerimizi gösterebildi. Sanki duruşmada sözlü savunma hakkı bile vermeyip "Sus, BOŞ konuşuyorsun" diyen kendisi değildi. Bu memleket, bu millet bu Kamalist zihniyetten, daha doğrusu Kamalizm diye bir maske üretmiş Sabetayist hain zihniyetten ne çok çekti, çekiyor. 

Bakın sosyal ağlara, Kamalistleştirilmiş T.C. vatandaşlarının büyük çoğunluğu, devlet otoritesini hile ve ihanet ile ele geçirmiş Sabeteyistlerin tuzaklarına düşmemiş ve resmi müfredata rağmen hala Kamalistleşmemiş TC vatandaşlarına, bunca tarihi vesikayı, şahidi, kanıtı hiçe saymayan ve medenice kabullenen TC vatandaşlarına, en ağır küfürleri etmeyi, aşağılamayı, tehdit etmeyi bile hak görmüşler, hukuka uygun görmüşler. Kibirlerinden, küfürlerinden, şımarıklıklarından, hukuksuz ve gayri medeni hallerinden yanına yanaşılamaz hale dönüştürülmüşler ama Kamalizme direnen medeni vatandaşları kendilerinin içinde buldukları kefeye koymuşlar. 

Söz konusu kim olursa olsun, rejim ya da devlet kurucusu değil (ki Adıtürk denen şahıs devlet ve rejim kurucusu falan da değildir), peygamber tanınan ve arkasından yüz milyar insanın gittiği birisi bile olsun, adalet önünde herkes eşitti, ispat edildikten sonra her sarsıcı gerçek herkes tarafından her imkan kullanılarak ifade edilebilirdi, AHİM'in de bu yönde kararları vardı, ifade edilince ülke sarsılacak bile olsa ifade etmek haktı ama Kamalistlere göre bu Adıtürk için geçerli değildi. Neden değildi. Verebildikleri tek cevap: "Söz konusu olan Atatürk'tür"

Ama sabıkası olmayan sanığın/benim, denetimli serbestlikle cezasız kalmasını bile istemedi ve gerekçeli kararına kale alınır hiçbir şey yazamadığı iki ceza kararında da, sosyal ağ ve bloglar üzerinden yapılan eylemleri basın kanununa uydurup, işlenmemiş ve daha önce beraat edilmiş bir suç için bir de "Suç basın yolu ile işlenmiştir ve cezasının artırılması falanca kanuna göredir" deyip iki senenin üzerinde ceza verdi ki, iş sakata gelmesin. 

Büyük bir Mason dostu olan, ağzı, lisanı, seviyesi son derece bozuk ve düşük olan, tarihi pek çok hadiseyi Masonların ve gizli Yahudiler ile Siyonistlerin istediği ayarda anlatıp duran biri İlber... Bu huylarını ve gayretini daha önce Hitler'i anlatışı üzerinden de konu edip gözler önüne sermiştik. Adıtürk gibi Sabetaycı Yahudi olan Şahenk'lerin medyasında, NTV'sinde sık yer bulan, yine Sabetaycı olan Turgay Ciner'in medyasında ve Haber Türk'ünde sık yer bulabilen, yine Yahudi-Mason kanalı CNN Türk'te ve benzeri diğerlerinde, yani sözde Türk, özde Sabetaycı, Ermeni ve Mason basın ve medyada sık yer bulabilen ve çok saygın bir bilim adamıymış gibi pohpohlanan biri İlber...

Ve ne olduğu belli olan bu basın ve medya, şimdi İlber üzerinden yine toplum yönlendirmesi yapıyor. Küfürler savurdukları programa ve şahıslara karşılık, elleri bomboş kalmış oldukları halde, hiçbir delili çürütemedikleri halde, hiçbir karşı delil getiremedikleri halde, iddiaları tartışamaz hale düştükleri halde, aynı samimiyetsiz tavrı sergiliyorlar. Bu yaptıkları basın ve yayın faaliyeti değildir. Bu yaptıkları, kendi gizli teşkilatlarının önemli bir ismi adına kurulmuş hain bir rejimi daha uzun süre ayakta tutma faaliyetidir. Atatürkçülük ya da Kamalizm diye bir şey yoktur, o Sabetayizmdir. 

Programda tarihi şahsiyetlerin değerlendirmeleri, fotoğraflar, hatıratlar, tarihi vesikalar kaynak gösterildiği halde, bütün hepsini işine gelmediği için hiçe sayan İlber, aşağıdaki şu değerlendirmeleri yaptı ve işte bu basın ve medya bunu bilim diye, tarihçilik diye, aydın duruş diye, memleket-devlet meselesi gibi bu millete dayattı: 

(Böyle parantez içindeki notları biz ekledik)

"Mustafa Armağan, kendi etnik kökeni yüzünden (Kürttür) etnik milliyetçilik yapıyor. Normal bir adam Kazım Karabekir'le Mustafa Kemal'i ne diye düşman gibi gösterir? (Aslında normal bir adam ikisini düşman gösterir ve yanına deliller yığar. Anormal bir davranıştır bunları dost göstermek) Ne derdin var İstiklâl Harbi komutanlarıyla? Rahat bırakın İstiklâl Harbi komutanlarını. Kimse bunlara bir şey demiyor. (Saatlerce süren programda, İstiklal harbi ve komutanları en kısa süre, birkaç dakikalık son kısımda temas edilmiş bir mevzu)

Mahallenin delisi gibi ben çıkıp söylüyorum. Herif kendine göre tarihi çarpıtıyor. Bunlar cahil adamlar, ne bilirler tarihi. Bir b*k bildikleri yok. (Seviyesini böyle her fırsatta sergiliyor) Ne okuyacak ne bilecek? Allah'ın hödüğü suratına baksan halde turp sattırmazsın. (Bunu bir İslamcı bir Kamalist tarihçiye karşı sergilese, en iyi ihtimalle basın-medya görmezden gelir, normal şartlarda da bu mu bilim adamlığı, iddiaları, delilleri tartış, denilir) Hepinizi ananız babanız üniversitelerde okutmuş. Dünya tarihini okuyacak kapasiteniz var. Birinci Dünya Harbi'nden sonraki İtalya'yı, Fransa'yı, Balkanları okuyacak kaynaklarınız var. Bunlara cevap da verilir ama böyle şey olur mu?" (Yine alakasız laf kalabalığı ve hala mevzuya giremedi)

'AFET İNAN'A ÇOK AYIP EDİLDİ'

"Afet İnan'a çok ayıp edildi. Afet Hanım hem benim hocamdı hem de çocukları arkadaşım olduğu için gider gelirdik. Ben dünyada bu kadar terbiyeli, seviyeli, mütevazı, herşeyi gayet güzel anlatan şekerler şekeri bir hoca görmedim. Üniversitedeki çok insandan daha cesurdur. Gadre uğrayan insanları kendi kürsüsüne alır korur. Kaç tane böyle isim var. Şerafettin Turan (Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nun son başkanı) bunlardan biri. Çok şeker bir kadıncağızdı, Allah rahmet eylesin. Her bakımdan mükemmeldi. Bir kere kadın yaşlanmasını bilen nadir Türk kadınlarındandı. (Eee ne anladık bu cümlelerden? Kadın manevi evlat mıydı, nikahsız bir eş miydi? Programdaki iddialar iftira mıydı, iftira ise delilin ne?) Aynı şekilde Sabiha Gökçen de öyleydi. Bu adamlar zamanında kadınlarla iyi ilişkiler kursaydı, böyle olmazlardı." (Sabiha Gökçen de bir gizli Ermeniydi. Gerçek adı Hatun Sebilciyan'dı ve Hrant Dink bunları deşifre ettiği için İçimizdeki İsrail ve İçimizdeki Ermenistan ittifakının karanlık adamları tarafından cezalandırıldı. Afet İnan da Yahudi kökenliydi ve bir Yahudi erkek ile evlendi.