Top Social

Image Slider

Atatürk'ün büyük sırrı: Abdurrahim Tunçak, Adıtürk'ün Fikriye'den doğma öz oğlu mu? | Akademi Dergisi

Abdürrahim Tuncak, akademi dergisi, gerçek yüzü, gizlenen gerçekler, Latife hanım, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa kemal atatürk, sabetayistler, uşşakizadeler, Yakın Tarih,



Abdürrahim Tuncak, yoksa Atatürk’ün Fikriye Hanım’dan doğma oğlu mu?



Teyzem Latife kitabındaki müthiş iddia:

Size Latife Hanım’ın kardeşi, Vecihe Hanım’ın torunu Sadık Öke’nin, Fatih Bayhan’la birlikte hazırladığı “Teyzem Latife” kitabından bahsetmiştim.

Kitabı okudukça sevdim, Sadık Öke’nin Latife Hanım’ı anlatırken kullandığı dilin samimiyeti hoşuma gitti.

Çünkü ben de Latife Hanım’ı Atatürk’süz anlatmanın mümkün olmayacağına inananlardanım.

Gerçekten bağımsız bir devlet miyiz? 1949'dan beri eğitim müfredatımızı bile ABD hazırlıyor. (Fulbright Eğitim Komisyonu) | Akademi Dergisi

adnan öksüz, akademi dergisi, fulbright eğitim komisyonu, içimizdeki israil, ismet inönü, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa kemal atatürk, recep tayyip erdoğan,

'27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde,

Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi.

ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu.

Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi.

Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk'tü.

Bu Komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Gençler bir ulusun geleceği demek değil midir? Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu.

Bu kadarla kalsa neyse, komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı? Çözüme bakınız; O tarihte Ankara'da bulunan Amerikan Büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı.

Çok açık değil mi, Türk gençlerinin ne tür bir eğitimden geçeceği, derslerde hangi konuları ne tür boyutlarda öğreneceği, Amerikalılara bırakılmıştı. Bu tür bir uygulamayı, ancak sömürge ülkelerinde görebilirsiniz.

Daha acısını söyleyeyim;

O tarihten günümüze kadar olan süreçte kurulan Atatürkçü hükümetlerin hiçbirisi, bu anlaşmayı ortadan kaldırmayı düşünmedi.

27 Mayıs 1960 İhtilalini yapanlar, kendilerini 'devrimci' olarak niteleyenler, Fulbright Eğitim Komisyonu'nu ortadan kaldırmadılar!

Atatürkçü ve halkçı olarak bilinen Bülent Ecevit, beş kez Başbakan oldu, beş kez Hükümet kurdu. Neden Fulbright Eğitim Komisyonu'nun sonunu getirmedi?

Her yıl Köy Enstitüleri'nin kuruluş gününü yaşlı gözlerle anıp ağlaşacaklarına, 'Türk çocuklarının eğitimi Amerikalılara teslim edilemez' diye neden ayaklanmadılar?

27 Aralık 1949 tarihinde kurulmuş olan Fulbright Eğitim Komisyonu, 63 yıldır aralıksız yürürlükte kalmıştır.'

Komisyondaki isimlere dikkat!

'Bakın size, 2012 yılında Fulbright Eğitim Komisyonu'nun kimlerden oluştuğunu sayayım:

* John Tomas Maccarthy (Başkan), ING Bank Türkiye Müdürü,

* Scott F. Kilner, ABD İstanbul Başkonsolosu,

* Mark A. Wentworth, ABD Büyükelçiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı,

* Kaya Arıkoğlu, Mimar ve Şehir Tasarımcısı, Arıkoğlu Arkitekt Ltd. Şirketi, Adana,

* Prof. Dr. Ahmet Ademoğlu, İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörü,

* Engin Soner, Dışişleri Bakanlığı İkili Kültürel İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı,

* Doç. Dr. Ömer Açıkgöz, Milli Eğitim Bakanlığı, Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürü,

* Prof. Dr. Ekrem Tatoğlu, İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Dikkat etmişsinizdir. Sekiz kişilik Fulbright Eğitim Komisyonu'nun 4 üyesinin Amerikalı, 4 üyesinin de Türk olması gerekirken, 2012 Komisyonunda sadece 3 Amerikalı bulunmaktadır. Yani dengeler değişmiş midir? Hayır. Komisyonun Türk üyelerinin tamamı Amerikanın has hizmetkârları olduğundan, artık Amerikalılar için üye sayısının 4'e 4 olması gerekirken 3'e 5 olması hiçbir önem taşımamaktadır.

Son 60 yılın yüksek Komutanları da Fulbright Eğitim Komisyonu'na karşı tavır almamışlardır.'

Bu satırlar Yılmaz Dikbaş'ın Enki Yayınları'ndan yeni çıkan 'Atatürkçüler Yenildi' isimli kitabından...

Şöyle bir soru akla gelebilir; 1946'dan günümüze milli ve manevi hassasiyetleri olan Hükümetler de kuruldu; örneğin 1980 öncesi MC Hükümetleri ve antidemokratik 28 Şubat süreci ile alaşağı edilen Refahyol Hükümeti gibi... Bu Hükümetler döneminde Fulbright Eğitim Komisyonu'na neden son verilmedi? Gerek MC Hükümetleri döneminde gerekse merhum Erbakan'ın Başbakanlığını yaptığı Refahyol Hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığı diğer partilerin milletvekillerinden oluşuyordu.

Adnan Öksüz

*****
Bir skandal komisyon daha!

27 Aralık 1949 tarihi, Türk Milli Eğitim tarihinde bir dönüm noktasıdır.

Bu tarihte, ABD ile yapılan eğitim ile ilgili anlaşma, Fulbright Eğitim Komisyonu Türk çocuklarının geleceğinin Amerikalıların ellerine nasıl da teslim edildiğini gösteren en önemli belgelerden birisidir. Bu anlaşma ile Türk eğitim sistemi neredeyse tamamıyla ABD'lilerin insafına ve inisiyatifine bırakıldı.

Geçtiğimiz hafta bu komisyonun ayrıntılarını yazdım.

Komisyon üyelerinin isimlerini tek tek sıraladım.

Ama yetkililerden tık yok.

Birisi de çıksın desin ki, "Arkadaş yok böyle bir şey. Nereden uyduruyorsun, nereden çıkarıyorsun bunları? "

Hadi o birilerini geçtim, Türkiye'de milli eğitimden sorumlu bir bakanlık var sanıyorum.

Böylesine iddialı bir konuda bir yetkili, bir sorumlu da çıksın desin ki, "Türk Milli Eğitim sistemini bu millet belirler. Dışardan müdahale edilmesine izin vermeyiz. Milli Eğitim sistemini de, müfredatı da biz belirliyoruz.."

Üstüne üstlük bu komisyon üyelerinin arasında Milli Eğitim Bakanlığı üst düzey bürokratı da var. İsim geçiyor.

Buna rağmen bir tepki yok.

Bu iddiayı 'Atatürkçüler Yenildi' isimli kitabında dile getiren yazar Yılmaz Dikbaş, Fulbright Eğitim Komisyonu hakkında başka ayrıntılar da veriyor.

Örneğin sözü edilen anlaşmanın birinci maddesi şöyle:

➥ "Türkiye'de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır."

Fulbright Eğitim Komisyonu'nun en kritik maddelerinden biri de kuşkusuz 5. maddesi.
Ne var peki Fulbright Eğitim Komisyonu'nun 5. maddesinde?
Okuyalım;

➥ "Türkiye'deki Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu, dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD'nin Türkiye'deki misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir."

Anlaşmanın bu maddesi yetkilerin kime devredildiğinin en açık göstergelerinden birisiydi.
Bir başka ayrıntı daha vermek istiyorum
.
Bu ayrıntı da en az Fulbright Eğitim Komisyonu kadar önem arzediyor.

Milli Eğitim Bakanlığı personel politikalarından ders programlarına, çeşitli lise, yüksekokul ve enstitülerin açılmasına kadar pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen 'Milli Eğitimi Geliştirme Komisyonu'.

Nedir bu Komisyon?

1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı...
Yılmaz Dikbaş'ın verdiği bilgiye göre Komisyonun başında L. Cook adlı bir Amerikalı bulunuyordu.

Amerikalı L. Cook'tan ayrı olarak adı Howard Reed, ünvanı 'Milli Eğitim bakanlığı Bağımsız Başdanışman' olan, bir başka etkin Amerikalı daha vardı.

Tüm bu bilgilerin hiç mi önemi yok gerçekten?

Yıllardır benim de gazeteci olarak görev yaptığım, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir aklı başında milletvekili kalkıp da bu ciddi iddiaları ve tespitleri neden Milli Eğitim Bakanı Ömer 

Dinçer'e sormaz!

Parlamenterlerin bir görevi de 'denetim' değil mi?

Ama, hani nerede?

Ya da neredeler?

Değer mi hiç?

Ankara'dan tanıdığım değerli bir televizyon programcısı dostum, yanındaki daimi iki konukla verip veriştiriyor.

Kime mi?

Programları aleyhinde yazı yazan bir köşe yazarına..

Programın önemli bir bölümünü bu yazara cevap yetiştirmekle harcadı dostum!

Üstüne üstlük sadece cevap vermekle kalmadı, dakikalar süren ve bu yazarın muhtelif dönemlerde kaleme aldığı yazılardan oluşan bir de VTR hazırlatmış;

Şak şak şak, işte şu tarihte şu ahlaksız yazıyı kaleme aldı, bu tarihte bu yazıyı...

Hızını alamamış olacak ki, şu cümleyi de bu yazıların hemen sonuna ekleyerek, "Ahlakımız, bu yazıların devamını buraya yazmaya engel teşkil etmektedir..."

Dinamizmi hayli yüksek, tempolu programda 3 gazeteci de bir noktayı ıskaladı, o köşe yazarı ile ilgili...

Farklı gazetelerde köşe yazarlığı yapan, Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturan, 'nehirin kıyısında bekleyen, sosyolog, sakıt bir Genel Yayın Yönetmeninin de sıkı dostu olan bu yazar, vakti zamanında sistem tarafından dışlanan, mağdur olan, üniversitelere alınmayan geniş bir kitle için 'ötekiler' başlığı altında yazılar kaleme almıştı.

O dönem 'büyük' gazetedeki bu yazıları büyük bir sempati ile karşılandı.

Fakat antidemokratik 28 Şubat sürecinde aynı yazar 180 derece dönerek, bu kez 'kudretli'lerin safında yer aldı. Mağdurları bir kenara iterek, 28 Şubat darbecilerinin safında yer tuttu.

O kadar saydırmaya gerek yoktu be dostum!

Bunu söylesen yeterdi.

Ha, bu anlı şanlı yazarın adı mı?

Siz anladınız.

Ayrıca da değmez...

Bunları biliyor musunuz?

* Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Emin Zararsız'ın "Milli Eğitim Sistemindeki Değişim ve Dönüşüm" konulu bir konferans vereceğini, konferansın 3 Ekim 2012 tarihinde Server Vakfı'nda gerçekleştirileceğini, toplantıda 4 4 4 sisteminin de ağırlıklı olarak gündeme geleceğini, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı No:24/8 Demirtepe /Ankara adresindeki konferansın saat 19:00'da başlayacağını,

* Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bugün partisinin Büyük Kongresini son kez toplayacağını, bundan sonra Genel Başkanlığa aday olmayacağını, biliyor musunuz?

NOT: Bugün 30 Eylül 2012 Pazar... Uyan da balığa gidelim... İktidarın '2012 yılında yeni Anayasa vaadi'ni sıcak tutmak adına... 2012'den 8 ay 30 gün daha eksildi. Yeni sivil anayasanın yazımına başlandı, ilk cümleler ortaya çıktı... Ama bugünlerde 'tık' yok... Takipçi 

Adnan Öksüz

Kurtuluş Savaşını Museviler mi başlattılar? Jak Kamhi doğruları mı anlattı? | Mehmet Fahri Sertkaya

akademi dergisi, atatürk, büyük israil projesi, I. Dünya Savaşı, içimizdeki israil, jak kamhi, kripto yahudiler, Kurtuluş Savaşı, Mehmet Fahri Sertkaya, mustafa kemal atatürk, profilo, sabetayistler,

Kendisi de bir Yahudi olan ve Profilo'nun sahibi olan Jak Kamhi,

➥ "Kurtuluş Savaşını Museviler başlattı. İzmir'de Yunan bayrağını indirip Türk bayrağı çeken Musevilerdi. 1. Dünya savaşında İngiliz İşgaline karşı ilk başkaldıranlar Museviler'di. Atatürk bana bir baktı, bir daha unutamadım o bakışları. O ölünce bizim evde de matem havası vardı." demiş Hürriyet gazetesine de şunları diyememiş:

➥ "Atatürk'de bir Yahudi idi. Onun etrafındaki pek çok kimse de Yahudi idiler. Biz kurtuluş savaşı falan kazanmadık. İngiltere'ye de karşı durmadık. Bu bir planın parçasıydı. İngiltere'de hakim Yahudiler ile de anlaştık ve bu toprakların Yahudi Cenneti ayarında ilan edilecek yeni bir Cumhuriyet ile bize bırakılmasına karar verdik. İngilizler bu nedenle savaşmadan geri çekildiler. Bu süreçte pek çok sanal kahraman ürettik. Ordunun adını bile Türk Silahlı Kuvvetleri koyduk. Merkez bankasını çok uluslu ve çok ortaklı bir anonim şirket yaptık. Bu süreçte Sabetayist Yahudilerden çok faydalandık. Cumhuriyetin ilanının hemen ardından Selanik'ten Türk diye hep Sabetaycı Yahudileri getirdik. Yeni göçmüş olmalarına rağmen onları bir anda ülkenin en zenginleri, toprak zenginleri, iş verenleri, sanatkarları, ünlüleri yaptık. Ankara'nın başkent ilan edileceğini Yahudi kardeşlerimize haber verip dağını taşını satın aldırdık. Sonra bir anda gayr-i menkul zengini oluverdiler. Çok ince hesapladık çok...

Planlarımızı büyük bir gizlilik ve başarı ile uyguladık. Ne kadar hayatta kalmış Türk ve Müslüman fikir adamı ve beyin takımı varsa onları da sudan bahanelerle astık. Hiç olmadı kovaladık. İstiklal mahkemelerinin hakimlerinin de çoğu gizli Yahudi idi. Önce asıp sonra yargıladılar. İnkılaplar çok önceden belirlediğimiz bir planın parçasıydı. İngiliz ajanı Ali Suavi ile ve Ziya Gökalp ile çoktan inkılapların temelini oluşturduk. Mustafa Kemal'e nasipmiş. Ondan önce çok kişi çabaladı ama o bu oyunu çok iyi oynadı. Bütün başarının onun zaferiymiş gibi görülmesi de sonraki süreçte sıkıntılara sebep oldu. Olsun bunları da aştık. Muhalif Yahudileri İzmir Suikasti bahanesi ile astık. Zaten 1943'te Varlık vergisini çıkarılmasını da biz planladık. Yahudilerin çoğunu ilan edilecek İsrail'e kovaladık. Biz büyük işler başardık.

En son döneminde bile aynı anda üç imparatorluk ile savaşıp mağlup edebilmiş bir Osmanlı'yı içinden devirmeyi başardık. Ancak bu şekilde yaklaşık iki bin yıl sonra İsrail'i yeniden kurabildik. Şimdi hedefimizdeki Büyük İsrail'i kurmaya da çok yaklaştık. AKP'yi bu yüzden finanse ettik ve önündeki engelleri kaldırdık. Onlara karşı maddi gücümüzü ve basın gücümüzü kullanmadık. Hatta destekledik. Zaten AKP içindeki pek çok bakan ve vekil de Musevi kökenliler. Sadece birkaç sene sonra oyunumuzun son raundunu göreceğiz. Büyük İsrail'i de gerçekleştireceğiz."

Cumhuriyetin kurucu kadrosundan tipik bir Sabetayist: Abdülkadir Cami Baykurt | Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

abdülkadir cami baykurt, ahmet emin yalman, içimizdeki israil, kripto yahudiler, mustafa kemal atatürk, nazım hikmet, sabetayistler, sabiha sertel, siyonizm, akademi dergisi, Mehmet Fahri Sertkaya,


Sabetayist M. Kamal Adıtürk'ün yakın ekibindendi.


O da Sabetayistti. Soy ismi aslında Bay-Kut idi.. Ama böyle bir kelimeye yabancı olan milletimizin arasında o hep Baykurt olarak anıldı.

Sabetayistler tarafından hile ve silah zoru ile, İngiltere ve Siyonizm işbirliği ile kurulup ilan edilen Cumhuriyetin ilk İçişleri bakanı sayılabilir kendisi... Daha sonra, kendi gibi çift kimlikli olan pek çok Sabetayistte görüldüğü üzere o da Sabetayist Yahudi M. Kamal ile ters düştü. TBMM temsilcisi olarak Roma'ya gönderilerek uzaklaştırıldı. Buna çok içerlendi ve bir daha geri dönmedi. Dönmeyince istifa etmiş kabul edildi.

M. Kamal Atatürk'ün ölümüne kadar yurda dönemedi. O öldükten sonra hiç beklemeden yurda geri döndü. Çeşitli gazete ve dergilerde yazarlık yapmaya başladı. Bunlardan biri de yine Sabetayist Zekeriya ve Sabiha Sertel'lerin çıkarttığı Tan Gazetesi idi. Tan Gazetesi Türkiye'de Komünizmin ve Sol'un yayılmasında çok büyük paya sahipti. Zaten Türkiye'ye Komünizmi tam anlamıyla kripto Yahudiler getirmişlerdi. Nazım Hikmet Ran da bir kripto Yahudiydi. O da Kamal Atatürk ile hiç anlaşamamanın sıkıntılarını çekti...

Vatan gazetesinin sahibi ve baş yazarı olan, daha sonra Hüseyin Üzmez tarafından Sabetaycı Yahudi Adnan Menderes'in hemen yakınında iken Malatya'da vurulan Ahmet Emin Yalman da Yakubi kolundan bir Sabetayistti. Kapani kolundan olan Kamal Adıtürk ile hiç mi hiç geçinemedi. Çok mücadele etti. Çok çekişti onunla...

Sabetayisler hiçbir zaman gerçekten Müslüman olmadıklarından ve damarlarındaki kana kadar İslam ve Türk düşmanı oldukları halde Türk ve Müslüman göründüklerinden, bu Sabetayist Baykut da Türklere ve Müslümanlara yeni yeni darbeler vurabilmek için "Sosyalist İslam" ayarı tutturdu kendi kafasından ve çok çeşitli pusular kurdu Müslümanlara...

Osmanlı'nın son zamanında, ecnebi kökenli, tahsilli ve muhalif gençleri tam bir mason kulübü gibi olan İttihat ve Terakki (Birlik ve kalkınma) partisi altında örgütlemişti bu Baykut... Davasına çok gayretliydi... Bizi içimizden vuranların önde gelen neferlerinden biriydi. İzleyin ve tanıyın onu ki sonra çorap söküğü misali bu bin bir surat mahlukların hepsini tanır olacaksınız..

(Videoda ismi geçen solculardan Bülent-Rahşan çifti de Sabetaycıdır. Rahşan'ın aile içindeki gerçek adı Raşel'dir.

Yine videoda ismi geçen Fevzi Çakmak kripto Yahudidir. Sabetayist Adıtürk'e 20 küsur sene sorunsuz Genel Kurmay Başkanlığı yapmıştır. Sayısız zulmün, cinayetin ve katliamın baş sorumluları arasındadır. Gıyabında da olsa yargılanmalı, rütbeleri sökülmelidir. Karısı daha sağlığında iken evini Yahudi cemaatine, Sinagog yapılması için bağışlamıştır. Fevzi Çakmak öldüğünde, Küçük Hüseyin Efendi diye anılan ve Müslüman tanınan gizli Yahudi şeyhinin mezarının yanına defin edilmesini vasiyet etmiştir ve oraya defin edilmiştir. Uzun yıllar sonra, 'Türkiye'nin baronu' denilen Yahudi ve 33 dereceli mason ve FETÖ projesinin de baş mimarlarından olan Üzeyir Garih, Müslüman kabristanında bulunan ve sık sık ziyaret ettiği bu iki mezarın arasında, gözleri oyulmuş, diz kapaklarına kesik atılmış, Masonik ritüellerle infaz edilmiş olarak bulunacaktır. Kripto Yahudi Alparlan Türkeş'ten, sanatçı Çelik'in annesine kadar, meşhur yüzlerce kişinin bu Küçük Hüseyin Efendi denilen bu gizli Yahudi ile bağlantısı vardır.

Videoda ismi geçen Tevfik Rüştü Aras da Sabetayist bir kripto Yahudiydi. 1925'te Dış işleri bakanı olmuş ve Sabetayist Kamal'ın vefatına kadar o makamdan hiç inmemiştir. Sabetayist Yahudi, büyük Türk ve İslam düşmanı Adnan Menderes'in haince planlarına çok büyük hizmet etmiştir. Masonların Siyonistlerin ve İçimizdeki İsrail'in, günümüzdeki AKPKK projesi gibi o zamanki haince projelerinden biri olan Demokrat partinin kuruluşunu sağlayanlar arasındadır. Kızını, kendisi gibi Sabetaycı olan ve İslamcıların -Müslümanların değil İslamcıların- kahramanlaştırdığı Fatin Rüştü Zorlu'ya vermişti. Gıyabında da olsa vatana ihanet, zulüm, cinayet hatta katliam suçları kapsamında yargılanması gerekenlerden.)